II. Dünya Savaşı sonrası değişen dengeler Türkiye’yi derinden etkiledi. Ülkemiz kapitalist bloğun jandarmalığını temsil eden Amerikan emperyalizminin tarafında yer alarak sömürgeleşti. Bu sömürgeleşme biçimsel açıdan Yeni Sömürge olarak kavramsallaştırılan gizli işgal biçimine dayanıyordu. Yeni sömürgeleşme süreciyle özellikle 1950’lerden sonra Türkiye’nin siyasal, kültürel ve iktisadi durumu büyük ölçüde değişti. Emperyalizm şirketleriyle, askeri organizasyon ve ekonomik sömürü örgütleriyle ve Amerikan kültürünü temsil eden bütün öğeleriyle ülkeye giriş yaptı. İşbirlikçi siyasetler Amerika’yı en büyük ittifak ve kurtarıcı olarak tanıtarak, Türkiye’yi ‘’Küçük Amerika’’ yapmak istediklerini açıktan dillendirdiler. Türkiye, kapitalizm açısından sadece bir sömürge değildi. O dönem kapitalizmin en büyük düşmanı görülen Sovyetler Birliğine karşı savaşta jeopolitik durumu gereği en önemli konuma sahip ülkelerden birisiydi. Amerikan emperyalizmi için askeri her türlü saldırı ve savunma hamlesinin başlatılacağı nokta olarak görülüyordu. Bu amaçla Türkiye ile ABD arasında birçok ikili anlaşmalar yapılmış ve Türkiye NATO’ya kabul edilerek ülkemizde Amerikan üsleri kurulmuştur. Türkiye’nin kaderine yönelik bu tarihsel hamleler ülkemizdeki değişimi yukarıdan aşağı emperyalizm eliyle şekillendirmiş, tüm kurumlar yeni sömürgeciliğin istekleri doğrultusunda dizayn edilmiştir.
ABD’nin bu politikaları sonucunda yukarıdan gelişen kapitalizm ülkemiz açısında birçok krizi ve çelişkili durumu beraberinde getirdi. Bu duruma bağlı olarak halkın gözünü boyamak için ‘’Nispi Refah’’ yaratılmış ve tüm çelişkilerin üzeri kapatılmak istenmişti. Zaten hali hazırda zorluklar içerisinde olan halkın yaşamı hızlı bir değişim sürecine girdi. Proleterleşen milyonların yaşamı emperyalist tekellerin isteklerine göre şekilleniyordu. Bu kapsamda kırsalda yaşayan milyonlarca insan hızlı bir şekilde sanayi merkezlerine doğru göç ettirildi. Böylece ortaya çıkan çelişki; sınıfsal ve siyasal krizli bir durumu günümüze kadar getirdi.
Emperyalizme bağımlı işbirlikçi sermaye sınıfının oluşturulması bu dönemin en önemli özelliğidir. Dışa bağımlı çarpık gelişme sonucu ortaya çıkan yan sanayi merkezleriyle sermayeler ağı oluşturacak ve feodal gerici sınıflar ile ittifak yaparak egemen işbirlikçi sınıfın temelleri atılacaktı.
Direnç ve Karşı Saldırılar
Tüm dünyada aynı yıllarda üniversite gençlik hareketleri başlamış, anti-emperyalist öğrenci birlikleri kurularak sömürgeci ve baskıcı politikalara karşı gençlik hareketleri inşa ediliyordu. Çin, Cezayir ve Küba devrimleri, Kore ve Vietnam’ın emperyalizme karşı savaşı, Ortadoğu’da emperyalizmi krize sokan olaylar cereyan etmesi yukarıdan aşağı emperyalizme bağımlı şekilde işletilen düzenin, 1958’deki kapitalizmin küresel krize girmesine, ülkemizde ise ‘’nispi refahın’’ bozulması sonucu; dönemin işbirlikçi siyasal hattını temsil eden Menderes hükümetinin, halk nezdinde tüm desteğinin kaybolmasına yol açtı.
Kapitalist gelişimin durmaması için baskıcı politikaları devreye sokan işbirlikçi Menderes Hükümetine karşı ilk direnç üniversite gençliğinden geldi. Ülke genelinde üniversite gençliği özgürlük ve demokrasi talebiyle Menderes ve onun temsil ettiği siyasete karşı baş kaldırmaya başladı. Etkili eylemler sonucunda halkın gözünde meşruiyetini yitiren Menderes Hükümeti için gençlik eylemleri aslında sonun başlangıcını işaret ediyordu.
27 Mayıs’ta Ordu içerisinde kalan son ileri unsurların müdahalesiyle işbirlikçi Menderes hükümeti devrildi. 27 Mayıs öncesinde gençlik hareketinin mücadelesi çerçevesinde gelişen özgürlük ve demokrasi talepleri, 27 Mayıs müdahalesi sonrası yapılan yeni 1961 Anayasasında yer bularak görece demokratik bir zemini oluşturdu. Kazanım gibi görünen bu durum uzun sürmeyecek, 27 Mayıs aslında kapitalist gelişimin önündeki engelleri kaldırma görevini üstlenecekti. Ordu içerisinde örgütlenen Anti-Komünistler, 27 Mayıs sonrası Orduyu emperyalizmin istekleri doğrultusunda düzenleyecek ve ülkenin emperyalizme bağımlılığını garanti altına almak için NATO’ya tam entegre edecekti.
27 Mayıs sonrası görünürde bir takım siyasal değişimler olsa bile sömürü aynen devam ediyor, halk emperyalizm ve işbirlikçileri tarafında soyuluyordu. Ülkenin dört bir yanında ABD üstleri çoğalıyor ve ordudaki kurmay subaylar buralarda eğitimler alarak işbirlikçileştiriliyordu. Kısmi demokratikleşme bile sola dair yayınların basılmasına, kitap çevirileri, dernekler açılması gibi yöntemleri kolaylaştırdığı için sosyalist düşünce halk kitlelerinde ilgi uyandırmaya başladı.
Bu durumdan hoşnut olmayan emperyalizm, ülke genelinde kontrgerilla merkezleri kurarak; Türkeş’in kurduğu CKMP (ardılı MHP/Ülkü Ocakları), NATO menşei ırkçı saiklerle hareket eden gruplar ve Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi örgütleri yaygınlaştırarak halk örgütlenmesini ezmek istiyordu. Aslında ABD, Türkiye’de ya kanlı bir iç savaş ya da kuşaktan kuşağa işkence gibi devam eden bir sömürü sistemini dayatıyordu. Zaten emperyalizm, Menderes sonrası yine onun ekibinden kalan daha nitelikli siyasal işbirlikçilerle, aslında bir ABD firmasında temsilcilik yapan Süleyman Demirel öncülüğünde AP hükümetini destekleyerek yol almaya başlamıştı bile…
Devrimci düşünceler, gençlik ve halk arasında yayılmaya başlamıştı. Yoksullaşan milyonlar, İstanbul ve Ankara’nın çeperlerinde biriken gecekondular bir gerçekliği haykırıyordu!
*
68 İsyanı ve Türkiye
‘’Dünya’yı istiyoruz ve Onu şimdi istiyoruz!’’
Sokaklara barikatlar kuran kalabalıklar, görkemli yürüyüşler, yeri göğü inleten sloganlar ve neredeyse her duvarda bulunan yazılar… Paris, Roma, İstanbul, Berlin ve daha nice şehirler… 68 Mayıs’ı örgütlü olduğu kadar eskiyi sınava çeken bir anlayışla üniversitelerden sokaklara ve meydanlara akıyordu.
1968 yılı Mayıs ayaklanmasına giden süreç; Vietnam savaşı, Küba ve Latin Amerika’da devrimci mücadele, Che Guevara’nın öldürülmesi ve Çin Kültür Devriminin başlaması ardından devrimci mücadeleye yönelen gençlik, eylemleriyle başta Fransa ve Almanya gibi kapitalist ülkeleri ve nihayetinde ABD’yi sarstı. Bir örgütlenme birikiminin sonucu olarak, baskıcı ve sömürgeci batılı zihniyete karşı kapitalist merkezlerde bulunan gençlerin isyanı, kısa vadede sönümlense bile sömürge devrimcileri ile batılı gençlerin somut enternasyonalist dayanışmasının önünü açarak, kapitalist ülkelerde anti-faşist, anti-emperyalist proleter devrimciliğin alt yapısını oluşturmayı başardı. Yürüyüşlerle başlayan eylemler kısa sürede boykotlar, kitlesel mitingler ve büyük meydanların zapt edilmesiyle devam etti. Üniversite işgalleri, gençlik hareketinin örgütlenmesini ve baskılara karşı militan gençlik eylemlerinin gelenekselleşmesini sağladı.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de gençlik ayaklanmalardan etkilendi. Fakat, Avrupa’da parlayan, sönen ve yeni evreye geçen 68 isyancılarını, kendi ülkelerinin dinamiği Türkiye’dekinden ayırıyordu. Türkiye’de 68 sonrası devam eden gençlik hareketi, anti-emperyalist bir karaktere bürünerek devrimci bir damar yakalamış ve süreklileşmişti. Türkiye’de 27 Mayıs anayasasının ortaya çıkarttığı demokratik durumun sonucu olarak 65 genel seçimlerinde TİP’in 15 milletvekili çıkartması, sosyalistleri halka tanıtmış, yine 1965 yılındaki Zonguldak Kozlu maden işçilerinin Ankara yürüyüşü, özellikle üniversitelerde gençlik kulüpleri çevresinde sol-sosyalist örgütlenme faaliyetleri ivme kazanmasını sağlamıştı. Bunun en bilinen örnekleri: TİP’li gençlerin etkin olduğu Sosyalist Fikir Kulüpleri ve Fikir Kulüpleri Federasyonudur.

Basit örgütlenmelere bile tahammülü olmayan ABD’nin müdahalesi gecikmedi… İşbirlikçileri eliyle saldırılar tezgahladı. 68’de önce temelleri atılmış olan, Özel Harp dairesi ve ABD’nin maaşlarına kadar ödediği istihbarat örgütleri eliyle kurulan dernekler ülkemizin dört bir yanında yaygınlaştırıldı. AP hükümetinin açıktan desteklediği bu ABD politikaları sonucunda, anti-komünist ittifaklar (Komünizmle Mücadele Dernekleri) neredeyse her şehirde sivil faşist örgütlenmeler kurdu. TİP milletvekillerine yönelik toplantılara saldırılar, üniversitede kulüplere ve öğrencilerine yönelik sivil faşist saldırılar başlatıldı. 1966 yılında ‘’silahlı kuvvetlere eğitim filosu’’ olarak, 6. Filonun ülkemize gelişi sonrası Sosyalist gençlerin anti-emperyalist tavırla eylemleri arttı. 1966 yılındaki gençliğin yurtsever coşkulu devrimci eylemleri kitleselleşti, ülkede anti-emperyalist bir rüzgâr estirmeyi başardı. Halkta 6. Filo gelişine karşı ABD karşıtlığı görünür bir hale gelmiş ve benimsenmeye başlamıştı. Tam da bu sırada işbirlikçi AP destekli gerici-faşist mitingler organize edilmeye başlandı. Anti-komünizm bayrağı altında birleşen işbirlikçiler halkın Amerika’ya olan öfkesini ‘’Komünizme’’ yöneltmeye çalışıyordu. Dini ve milliyetçi saiklerin sıkça kullanıldığı bu mitingler sonucunda belirli yerlerde gerçekleşen provakatif saldırılar, sosyalist gençler tarafından püskürtüldü. Gençliğin bu gerici saldırılar karşısında örgütlü ve disiplinli tavır sergilemesi 68 ve sonrasına giden sürecin mihenk taşı olacaktı.
1967 yılında AP hükümeti ‘’temel hak ve hürriyetler tasarısı’’ hazırlandı. Bu yasa tasarısında 61 anayasasının getirdiği tüm reformların yerini baskıcı yasalarla değiştirerek, İmam hatip okullarının üniversitelere dahil edilmesi gibi düzenlemeler vardı. Tasarının amacı; işbirlikçi sağcı militanların üniversitelere sokulması ve saldırgan eylemlerinin hukuki zeminde teminat altına alınmasıydı. Her türlü desteğe rağmen sağcı militanların üniversitelerde azgın azınlık olarak bir avuç kalması ve üniversitelerdeki eylemleri bastıramaması bu planın açmazları arasındaydı.
Böylesi bir ortamda, 1967 Temmuz ayında ülkenin dört bir yanından gençlik örgütleri temsilcileri ODTÜ’de toplantı düzenledi. Toplantı sonrası yayınlanan ortak bildiride ‘’ülkemiz faşizme doğru götürülmek isteniyor’’ açıklaması yapıldı. 1967 yılının son aylarında NATO’ya bağlı 6. Filonun ülkemize tekrar gelişiyle birlikte eylemler yoğunlaştı. 67’nin Ekim ayında İstanbul’da başlayan eylemlerde devrimci gençler, Amerikan askerlerinin karaya çıkmasını engelledi. Amerikan subayları helikopterlerle Yeşilköy’e iniyordu. Kıbrıs olaylarının da etkisiyle Amerika aleyhinde gösterilere halktan katılımlar oldu. İzmir ve Ankara’da militan eylemlerle devam eden süreçte 6. Filo protestoları yayıldı ve ülke gündemine oturdu.
Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçisi AP hükümeti, milyar dolarlık yatırım ve fonlara rağmen eylemleri bastıramıyor, anti-emperyalist tavrı yok edemiyordu.
68’e gelindiğinde hali hazırda örgütlenmiş bir gençlik mücadelesi mevcuttu. Avrupa’daki gençlik hareketlerinin talepleri bir süre sonra burjuva demokratik hükümetler eliyle düzen içine çekilerek pasifleştirildi ancak ülkemizde Amerikan işbirlikçisi hükümetlerin devlet şiddeti ve sağcı, dinci, ırkçı, paramiliter örgütlerin terörüyle gençliğin eylemleri bastırılmak isteniyordu. En temelde gelişen bu demokratik hak arayışına karşı uygulanan devlet şiddeti 1970’lerde Türkiye’yi defalarca iç savaşın eşiğine kadar getirecekti. Halka karşı işlenen bu suçların haddi hesabı yoktu. Amaç toplumsal uyanışı ezmek, işçi sınıfını ve memleketin kaynaklarını sonuna kadar emperyalistlere peşkeş çekmekti. Türkeş’in ve Komünizmle Mücadele derneklerinin tüm finansörleri emperyalist işbirlikçisi holdinglerdi. Ülkenin tüm zenginlerinin bu ittifakta bir yeri, cephesi vardı. Halkın tüm örgütlü güçlerini ezmeyi planlıyorlardı. Meclis’te TİP milletvekillerinin NATO’nun 20. Yılında NATO’dan çıkalım kampanyasına AP ve Türkeş yandaşı vekiller saldırdı. Saldırılara rağmen devam eden kampanyanın mitinglerine her yerde Komünizmle Mücadele Dernekleri provokasyonlar gerçekleştiriyordu.
12 Ocak 1968’de Devrimci öğrencilerin öncülüğünde bozuk eğitim sistemini protesto etmek için Ankara DTCF işgal edildi. Eğitim reformu talebi gençlikte karşılık buldu ve sağ gruplara yakın olduğu bilinen öğrenci dernekleri bile bu işgale destek açıklaması yapmak zorunda kaldı. FKF’nin etki alanı bu başarılı işgalle birlikte genişliyordu. Üniversite mücadelesindeki bu atılım sonucu, işgal ve boykot birçok üniversiteye yayıldı.

Komando Kampları: Kontrgerillanın Sivil Unsurları
Yine de engel olamadıkları bu gösteriler sonucunda Komünizmle Mücadele Dernekleri içerisinden Türkeş’e bağlı bir grup ‘’Ülkü Ocakları’’ adlı bir örgüt kurdu. (Türkeş, Ülkü Ocaklarında yetiştirdiği kadrolarla NATO’nun sivil uzantısı MHP adlı partiyi kuracaktı.) 27 Mayıs sonrası atılan emekli askerlerin denetiminde oluşturulan ‘’komando kampları’’ bu örgütün bir çalışmasıydı. Provokasyonlarla durduramadıkları gençlik hareketini artık silahlı paramiliter ekiplerle durdurmak istiyorlardı (Bir süre sonra uluslararası Kontrgerilla ekiplerinin bir parçası haline gelerek NATO için ihtiyaç halinde birçok coğrafyada savaştılar). Bu işbirlikçi çeşitlenme sonucunda aralarında her ne kadar ayrım görünse de anti-komünizm ve NATO’culuk, bu grupları her daim birbirlerine bağlıyordu. Birçok yayın organı ve dernek bu ekiplerle ilişkiliydi. 67’den 68 yılına gelindiğinde anti-komünist biçimli dernek ve basın yayın sayısı binleri bulmuştu. Birçok faşist gazetede asılsız haberler yapılıyor, bilimsel olmayan söylemler üzerinden dini kitaplar bedava dağıtılıyordu.
68, 6. Filo Yeniden ‘’Yankee Go Home!’’

1968 Temmuz ayında 6. Filo Dolmabahçe rıhtımına yeniden demirledi. ABD’nin emperyalist politikalarının somut simgesi haline gelen 6. Filo’ya karşı toplumsal bir öfke oluşmuştu. Gençlik öncülüğünde eylemler İstanbul genelinde yoğunlaştı. İTÜ’de başlayan ülkenin bağımsız olmadığını vurgulamak için yapılan bayrağı yarıya indirme eylemleri diğer üniversitelere yayıldı. İstanbul’daki üniversitelerden toplanan binlerce genç Taksim Meydanına yürüyüşe geçti. Gençleri gözaltına alarak yıldırmaya çalışan polis yürüyüşe engel olamadı ve üniversitelerden sokaklara akan gençlik Taksim Meydanını zapt etti. Beyoğlu’nun eğlence mekanlarında ve randevu evlerinde Amerikan askerlerinin dolaştığını duyan geçler yakaladıkları Amerikan askerlerini darp edip üzerlerine boya atarak teşhir etti. Olayları bastıramayan polisin elinden bir şey gelmiyor, Amerikan askerleri zırhlı savaş gemisine koşarak kaçıyordu. Kaçarken yakalanan ve devrimci gençler tarafından denize atılan Amerikan askerlerinin hali toplumsal hafıza açısından yaşanmış epik hikayeler olarak halk arasında yayılıyordu. Polis yetersiz kaldığı bu eylemlere katılanlara yönelik gece saatlerinde baskınlar yaptı. İTÜ yurtları basıldı, yüzlerce öğrenci yaralandı ve Vedat Demircioğlu adlı üniversite öğrencisi polis tarafından camdan atılarak hayatını kaybetti. Vedat Demircioğlu’nun yaşamını yitirmesi İstanbul’daki eylemlerin Ankara’ya sıçramasına sebep oldu. Amerikan sermayesi olan birtakım holdinglere devrimci gençler tarafından molotof kokteyli atıldı, binaların camları kırıldı ve duvarlarına Vedat Demircioğlu için yazılar yazıldı. Vedat Demircioğlu gençliğin anti-emperyalist savaşının ilk şehitlerinden kabul edilir.

Yükselen Anti-emperyalist eylem dalgasına karşı, dönemin ABD büyükelçisi açıklama yaparak tehditler savurdu. Bu tehditler boşuna değildi; Konya’da ilerici olduğu bilinenlere yönelik faşistler saldırılar gerçekleştirildi. Birçok iş yeri ve dernek yağma edildi, onlarca insan yaralandı. Tertibatın düzenli bir plan dahilinde olduğu açıktı çünkü olaylara polis asla müdahale etmedi ve olaylar sonrasında Konyalı devrimcileri tutukladı. Benzer provakatif saldırılar başka şehirlerde de gerçekleşti. Birçok ilerici genç, sağcı işbirlikçi militanlar tarafından yaralandı. Amaç yine aynı olarak, halkta gelişen Amerikan karşıtlığını şiddetle bastırmak ve suyu bulandırmaktı.
Amerikan Elçisine Zeval Olur…
Vietnam Kasabı Robert Commer’in, Türkiye’ye ABD büyükelçisi olarak atanması tesadüfi değildi. CİA ajanı olan ve Pasifikasyon uzmanı olarak kitleleri susturma ustası olarak tanınan bir ajan olan Commer, Büyükelçi olarak Türkiye’deki Amerikan karşıtlığını etkisizleştirmek için atandı.
Eski Vietnam kasabı, yeni ABD büyükelçisi Commer, meydan okuma yapar gibi FKF’nin kongresi olduğu gün, Amerikan bayraklı aracıyla devrimcilerin kalesi olarak bilinen ODTÜ’ye geldi. ODTÜ aslında Amerikan yardımlarıyla kurulmuş ve ona eleman yetiştirmesi için tasarlanmış bir okuldu fakat tarih böyle işlemedi… ODTÜ’nün yurtsever devrimcileri anti-emperyalist mücadelenin en önlerinde yer aldılar. 6 Ocak 1969’da Commer’in ODTÜ ziyaretine devrimciler sessiz kalamazdı: Amerikan forslu aracının park edildiği yerde önce etrafını sardılar sonra ters çevirip yaktılar. Devrimcilerin bu eylemi ülkede yankı uyandırdı. Olaylar üzerine ODTÜ, 1 ay süreyle akademik konseyi tarafında kapatıldı. Ulaş Bardakçı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan gibi gençlik önderine yakalama kararı verildi. Buna karşılık 3000 genç dilekçe vererek eyleme katıldıklarını bildirdiler. Devrimciler okulun kapanması sonrası köylülerin toprak işgali eylemlerine katılmaya başladılar. Manisa’da tütün mitingi, Atalan’da toprak işgali yapan köylülerle dayanışma eylemleri ve İstanbul’da 6. Filo eylemlerine ODTÜ’den destek sağlanması gençlik hareketinde süreklilik sağladı.
*Eylemin radikalliği açısından FKF kongresine denk gelmesi ve (MDD) Milli Demokratik Devrimcilerin yönetime seçilmeleri arasında ilişki olması olağandır. TİP’in (SD) Sosyalist Devrim teorisinin sorgulanarak gençliğin devrimci dönüşümü açısından bu eylem köşe taşı olarak görülebilir.
Kanlı Pazar
‘’Allah yolunda cihat farzdır ve silahlar patlayacaktır.’’
– Bugün Gazetesinde köşe yazısı
Birçok ilerici kuruluş tarafından organize edilen, 16 Şubat 1969 Günü Beyazıt’tan Taksim’e ‘’Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal’’ yürüyüşü sırasında camilerde biriken dinci faşist güruhlar, öğrencilerin Taksim’e giriş yapmasıyla birlikte pusu kurdukları yerlerden saldırıya geçti. Çatışma için hazırlıklı gelmiş olan faşist güruhlar sopa, bıçak, silah ve patlayıcı maddeler kullanıyordu. Polis tamamen seyirci kalırken, meydana hücum eden dinci faşist gruplar yüzlerce üniversite öğrencisini yaraladı, 2 genci katlettiler. Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç tarihe ‘’Kanlı Pazar’’ olarak geçen bu saldırı sırasında yaşamlarını yitirdiler. Dönemin içişleri bakanı baştan savma açıklamalar yaparak devrimcileri hedef gösterdi. Saldırıyı organize eden dernekler ve şahısların kimlikleri belli olmasına rağmen hiçbir tahkikat yapılmadığı gibi katillerde hiçbir zaman yakalanmadı.
Kanlı Pazar sonrası yeni tezgahlara girişen faşist gruplar yaşlılıktan hayatını kaybeden sol eğilimli Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesine saldırırlar. Tarihe ‘’İkinci 31 Mart Vakası’’ olarak geçen bu olay sonrasında Üniversite Hocaları, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay hâkim ve savcılarının da katıldığı yürüyüşe, FKF’de kitlesel katılım gösterir.
Cinayetlerden cesaret alan faşist provokasyonlar artar; Kayseri’de öğretmenler evi ve sendikalara yönelik saldırılar olur onlarca kişi yaralanır. Mücadele büyüdükçe saldırılar yeni biçimlerde devam edecektir…

Büyük İstanbul Üniversitesi İşgali ve Devrimci Şehitler
1969 Haziran ayında Meclis Üniversite reformunu tasarısını kanunlaştırmadan tatile girince, İstanbul Üniversitesinden bazı öğretim üyeleri protesto amacıyla istifa etti. Hocalarına destek amaçlı bütün fakülteleri işgal eden İstanbul Üniversitesinin devrimci öğrencileri, tüm fakültelere pankartlar asarlar. Destek için Ankara, İzmir, Bursa, Erzurum ve Eskişehir’de öğrenciler ayaklanır. İşgalin seyri ve talepleri genişler, eylemler hızla anti-emperyalist karakter kazanır ve öfke Amerikan işbirlikçisi II. Demirel hükümetine yönelir. Artık sivil faşist saldırılarla ve polis baskısıyla durduramadıkları gençlik hareketine karşı orduyu devreye sokan hükümet, çaresiz kalmıştır. Şiddetli çatışmalar sonucu asker üniversiteye gelir, sınavlar ertelenir ve okullar 2. Bir emre kadar kapatılır. Tam bu sert süreçte, faşist kontrgerilla yapıları önce Devrimci gençlerin liderlerinden ODTÜ’lü Taylan Özgür’ü Beyazıt’ta vurdular. Sonrasında İstanbul Işık Mühendislik Okulunda Mehmet Cantekin’i, Yıldız’da Mehmet Büyüksevinç ve Battal Mehetoğlu, katledilir. Gençlik hareketinin devrimci öznelerine karşı yapılan kahpece saldırılar, gençlik mücadelesinin ideolojik gelişimini ve pratik hareket tarzını etkiledi, gençlik öz savunmasını silahlı şekilde almaya başlayacaktı. Aynı zamanda ordu içerisinden 69 Deniz Subay bir bildiri yayınlayarak devrimci gençlerin katledilmesini kınadı. Kimlikleri tespit edilen subaylar ordudan atıldı. 1969 yılı bitmeden 8 devrimci öğrenci, faşist saldırılarda hayatını kaybetmiş bulunuyordu…
68 Mücadele Dalgasının İşçi ve Köylülere Yansıması: Fabrika ve Toprak işgalleri, Öğretmen Boykotu
1968-69 yıllarında Türkiye İşverenler Sendikası Raporlarına yansıyan işçi hareketlilikleri şöyledir: Akış Dokuma, Altınel Pres, Bell Kimya, Çelik Halat, Deniz Nakliyat, Alpagut kömür, Derby Lastik, Diyarbakır Belediyesi İşçileri, Güven Boya, Gabriel Dokuma, Kavel Kablo, Perşembe Fındık Kooperatifi, Singer, Tekel Çamaltı Tuzlası, Türk Demir Döküm, Yarımca Seramik, Şehzadebaşı Sineması ve Şişli Ekmek fabrikasında işgal eylemlerinin gerçekleştiğini aktarıyor. TİSK raporu devam ediyor: ‘’Öğrenci eylemlerinin boykotlar ve işgallerle devam etmesi gibi bazı fiili davranışlar çalışma hayatına yansıyor. İş yerlerinde; iş yavaşlatma, iş yeri kuşatma, grev ve işgal gibi fiili durumlar işçilere sirayet etmektedir.’’ Diyerek devam eden rapor, gelişen proleter mücadele ile gençlik mücadelesi arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. 1969 seçimlerinde AP’nin iktidar olarak II. Demirel Hükümetinin kurulması ekonomik açıdan halkın üzerindeki baskıyı arttırmış ve ekonomik krizi, siyasal krizi tetiklemiştir.
**

Ve Tarih Sahnesinde DEV-GENÇ!
‘’FKF’nin yönettiği demokratik öğrenci hareketleri toplumsal dinamitin fitilini ateşlemiştir. Toplumun çeşitli kesimlerinde var olan toplumsal patlamalar hızlanmış, topraksız köylünün toprak işgal hareketleri, işçi grev ve fabrika işgalleri yer yer filizlenmeye başlamıştır. Şimdi, “bu hareketler AP iktidarının işine yarıyor.” diyenlere sormak gerekir; “Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçi burjuvazi ve feodalitenin iktidarına karşı toplumun çeşitli kesimlerinde anti-emperyalist ve anti-feodal kıpırdamalar yaratan demokratik öğrenci hareketleri mi Amerikan emperyalizminin ve onun iktidarının işine yaramaktadır?
Son gençlik hareketinde şu gerçek artık iyice açığa çıktı; Türkiye’de oportünistler – teorik yetersizlikten dolayı yanlış yolda olan omuzdaşlarımız sözümüzün dışındadırlar – aktif bir biçimde ihanetin batağı içinde kulaç atmaktadır.’’
-Mahir Çayan, Son Gençlik Hareketi Üzerine.
1969 yılına gençliğin devrimci mücadele zemini olan FKF merkezinde meydana gelen değişimler damga vuruyordu. Kendiliğinden gelişen nitelikli kitle eylemlerinin anti-emperyalist doğrultuda yükselmesi neticesinde FKF merkezindeki TİP’in reformist anlayışı bu eylemlerin gerisinde kalmasına ve önderlik edememesine yol açmıştı. Bu nedenle özellikle gençlik mücadelesi içerisinde TİP’in FKF içerisindeki egemen anlayışına yönelik muhalefet büyüyordu. FKF 68’den itibaren özellikle İstanbul’daki ağırlığını kaybetmişti. İstanbul’da TİP’e muhalefet eden Mihri Belli öncülüğündeki Milli Demokratik Devrimcilere yakın Deniz Gezmiş liderliğindeki DÖB’te örgütlenmiş MDD’ci gençler hakimdi. Mihri Belli’nin doğal liderliğini ve sözcülüğünü yaptığı MDD’ciler, TİP içerisinde yaptıkları muhalefetle, gençlik üzerinde etkileriyle sosyalist solda geniş bir etki uyandırdı. MDD’cilerin tahlillerinde Sol Kemalistlerle ittifaka yer vermesi, Sol bir askeri darbe beklentisi bir süre sonra genç kuşağın MDD’den uzaklaşmasına sebep olmuştur. TİP ve MDD’den sırasıyla gerçekleşen kopuşlar sonucunda: 10 Ekim 1969 tarihindeki kurultayda FKF’nin TİP’li yönetimi görevden alındı. Yönetim kurulu ve tüzük ağırlıkla Mahir Çayan’ın ekibi tarafından tasarlanıyordu. FKF’nin yeni adı: Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) olarak değiştirildi ve yeni bir tüzükle farkını yarattı. Bu tüzük FKF’nin eksik kaldığı yerleri dolduran bir yerden sadece üniversite değil, İşçi, Köylü ve Üniversiteli gençliğin birliği olarak tasarlanmıştı. Hedeflerine ‘’emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı halkımızın düşünce ve eylem gücü olarak kurulmuştur.’’ maddesi eklendi. Gençlik artık mücadelesini halkın ve emekçi sınıfların kurtuluşuna bağlıyor, proleter devrimciliğin yollarını arıyordu. Bu yüzden sosyalist merkezlerden ayrışarak bağımsız bir mücadele anlayışına yöneldiler. Üniversite sınırlarını aşıp, içi ve köylülerin tüm direnişlerini sahipleniyordu. Artık tüm toplumsal muhalefetin temsili eden bağımsız devrimci bir aktör olarak tarih sahnesinde yerini aldı.
Kopuş ve Ayrışma
Sivil faşist saldırılarla boğuşan devrimci gençler, TİP revizyonizminden uzaklaşarak ve politik iktidarı seçimle değil devrimle ele geçireceğini açıklayan MDD teorisine yakınlaşmıştı. Bu süreçte sosyalist-solda TİP’in statükosunu kırarak kopan bu geniş çevrede güçlü bir etki yarattı. Gençlik yeni bir statüko kurulmasına izin veremezdi artık. Devrim’den ne anlaşıldığı, mücadele yöntem ve tartışmaları içerisinde MDD içerisinde önce kümeleşmeler oldu. Bu geniş çevre içerisindeki ilk ayrışma Devrimin Önderliği sorusu oluşturdu.
Mihri Belli önderliğinde MDD eski tüfekleri bu konuda; Mısır’da Nasır’la başlayan Arap milliyetçiliği hareketlerinin yarattığı “ilerici darbeler ikliminden” etkilenen ilerici aydınların başını çektiği devrimci gençlik hareketi içinde de taraftar bulan bir grup. Milli Demokratik Devrim sürecinin “milli burjuvazi/devrimci küçük burjuvazi’’ önderliğinde gelişeceğini savunuyordu. Bu kesimler, “kurtuluş savaşının devrimci mirasım temsil ettiğini” iddia ettikleri TSK’nın veya onun içinden çıkacak güçlü bir politik-askeri inisiyatif merkezinin, devrimde darbe yaparak öncü rolünü üsleneceği iddiasındaydılar. Bu görüş Mihri Belli’den, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya kadar geniş bir yelpazede kabul görüyordu. Ama eski tüfeklerin bu anlayışı gençler tarafından kabul görmüyordu, zaten gözlemledikleri bir 27 Mayıs darbesi pratiği vardı. Gençlik reformlardan fazlasını sosyalizm ve demokrasi mücadelesinde devrimi hedeflemeye çoktan başlamıştı. Eski tüfekler Devrimci Gençlik hareketi içerisinde sorgulanıyordu…
Devrimci Gençlik saflarında dünya devrim deneyimleri tartışmaya açılmış Cezayir, Vietnam ve Küba Devrimleri, Che Guevara’nın temelini attığı Latin Amerika gerilla hareketleri, Çin Kültür devriminin yarattığı etki ve Filistin mücadelesi, Türkiye’de Devrimci gençler içinde araştırma, tartışma ve kitap çevirisi yaparak yayımlama süreçleriyle devam etti. Bu sorgulama süreçleri sonunda Devrimci Gençlik içerisinde Devrimin ancak; “işçi sınıfının ideolojik öncülüğünde ve Halk savaşı yoluyla’’ kazanılacağı fikri Devrimci gençler içerisinden sol harekete doğru yayılmaya başladı.
MDD, Sovyetler Birliğine karşı mesafeli duruyordu. Perinçek önderliğindeki Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) grubu ise Sovyetler eleştirisi ile birlikte Türkiye Devriminin Çin Komünist Partisi içerisindeki ‘’uluslararası devrim rotasına’’ uydurulması gerektiğini savunuyordu. Bağımlı ve uyducu olarak eleştiriler alan Perinçek grubundan önce Basın Yayın Komünü adlı grup ayrıldı daha sonradan PDA içerisinden İbrahim Kaypakkaya öncülüğünde bir ayrılık daha yaşandı ve Mao Ze Dong düşüncesi oportünist PDA’nın tekeline bırakılmayacaktı.
Buna karşılık Devrimci Gençlik, uluslararası sosyalist hareketteki bölünme ve tartışmaların mücadele açısından bağımlılık ilişkisi yaratacağını, çözümün yeni sömürge ülke devrimci mücadelesinde yattığını belirtiyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin ‘’Barışçıl yolla ve bürokratik sosyalizminin’’ revizyonizme saptığının, Çin Komünist Partisinin ise ‘’sekter’’ bir tutum içerisinde olduğu eleştiriyordu. Devrimci Gençlik, Türkiye Devriminin bir sömürge devrimi olarak kavranması ve politik öncülüğünün işçi sınıfı tarafından yürütülmesi gerektiğini; devrimin halk savaşı stratejisi ile başarıya ulaştırılabileceğini savundu. Bunun sonucunda 1969’dan başlayarak diğer gruplardan ayrıştılar. Ayrışmalar devam ederken Dev-Genç’in kitlesel militan eylemler devam ediyor, memleketin dört bir yanına dağılan kadrolar Devrimci Gençliğin örgütlenme çalışması büyütüyordu. Neredeyse her üniversitede örgütlendikleri gibi artık şehir ve köylerde de Dev-Genç’e bağlı birimler oluşturuluyordu. Öngördükleri büyük ekonomik ve politik kriz, halka karşı yeni saldırıları beraberinde getirecek ve devrimci görevleri gereği tarihsel olarak gençlik kendi bağımsız politik merkezlerini kurmaları gerektiğine ikna olacaktı.
***

‘’Talebe hareketiyle bu iş olmayacak. Siyasal yapılanma, daha ileri bir örgüt tarzı kurmak lazım’’
Devrimci Gençlik içerisindeki politik inisiyatifler iki gruba ayrılıyor:
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu (THKO) oluşturacak olan kadrolar ODTÜ’lü öğrenci liderlerinden; Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil, İstanbul merkezi Deniz Gezmiş’in önderliğindeki DÖB grubunun katılımıyla tamamlanacaktı. Bu gençlik önderleri Küba devriminin fokocu teorisinin etkisi altındaydı. Bu grup devrimci savaşın merkezi/partisi olmadan başlatılabileceğini ve birbirinden bağımsız grupların devrimci süreç içerisinde bir hareket ederek inşasını tamamlayacağını düşünüyordu. Bu yüzden tüm kadrolarını kır gerillasına hazırlamak ve uygun alanlarda birlikler kurmak adına seferber etti. Bu kapsamda ülkenin dört bir yanındaki kırsal bölgelere giden devrimci kadrolar gittikleri yerlerde ilişkiler geliştiriyordu. Filistin’de yaşanan gelişmeleri yakından takip eden devrimciler ekipler halinde sınırlardan geçerek Filistin savaşına dahil oldular. Türkiye’de üniversite işgalleri sürecinden haklarında tutuklama ve yakalama kararları bulunan gençlik önderleri, silahlı eğitimi pratik alanda emperyalizm ve onun işbirlikçisi İsrail’e karşı savaşarak alıyordu.
Devrimci Gençliğin kuruluşu ve yönetimi itibariyle en geniş ilişki ağına sahip olarak hâkim olan sonradan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesini (THKP-C) oluşturacak olan Mahir Çayan ve Yusuf Küpeli önderliğindeki gruptur. Tahlillerinde “Emperyalizmin 3. Bunalım dönemine özgü bir yeni sömürge devrimi” olarak tanımladığı Türkiye devriminin politik öncülüğünün, Leninist bir temel üzerinde örgütlenecek olan işçi sınıfı partisince yürütülebileceğini savunuyordu. Mahir Çayan grubunun temsil ettiği DEV-GENÇ merkezi; üniversite gençliği, işçi sınıfı hareketi, küçük ve yoksul köylülük, ilerici aydınlar ve küçük rütbeli subaylar arasında devrimci örgütlenme çalışmalarına ağırlık veriyor; işçi sınıfı ve köylüler içerisinde devrimci kitle hareketleri geliştirmeye, bu hareketlerin öncü unsurlarını dar devrimci/savaşçı örgütlerde örgütlemeye çalışıyordu. Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü adlı yapı Mahir Çayan’ın görüşleri doğrultusunda Havacı Yüzbaşı Orhan Savaşçı ve Havacı Teğmen Saffet Alp öncülüğünde kurulmuştu. Yine benzer bir şekilde Parti-Cephe’yi oluşturacak olan kadrolar, Ege’den Karadeniz’e, Kürt illerinden Trakya’ya kadar işçi ve köylü direnişlerine katılıyordu. Yakalama kararları sonrası firar durumuna düşen kadrolar Filistin’de işgalci İsrail’e karşı savaşarak silahlı ve politik eğitimlerini tamamlıyor, kopuş sürecini her anlamda ileriye taşımak için çabalıyordu. THKP-C’nin kuruluş süreci Türkiye’de yıllardır kök salmış reformist/revizyonist statükodan kopuşu politik ve pratik anlamda gösteriyordu. Proleter Devrimciliğin yollarını arayan gençlik içerisinden var ettiği devrimci örgütlerle artık eski tüfeklerden çok daha atak, becerikli ve nitelikli kadrolar çıkartıyordu.

Rekabetli Dayanışma ve Devrimci Geleneğin İnşası
Ocak 1970. THKO grubunun da destek verdiği Çayan grubu ile oportünist Perinçek PDA’sı arasındaki tartışmalar sonucunda, PDA grubu Dev-Genç içerisinden kovuldu. Birkaç ay sonra 1970 Mart ayında Mahir Çayan tarafından kaleme alınan Sağ Sapma ve Devrimci Pratik ve Teori’’ başlıklı makale ile tüm ayrışma noktalarından bahsediliyordu. Kurultayda yaptığı uzun konuşma Mahir Çayan üzerine dikkatleri çekmişti. Yayımlanan bu makale ile Dev-Genç kitlesinin teorisyeni haline geldi. TİP, PDA ve MDD lideri Mihri Belli ile ideolojik-teorik tartışmalara giriyor, boy ölçüşüyordu.
TİP revizyonizmine karşı muhalefet oluşturmayı ve yönetimini değiştirmeyi düşünen MDD’ciler bunu bir türlü gerçekleştirememişti. Bu doğrultuda kurulan Devrimci TİP kurultayının başını Mahir Çayan ve yoldaşları çekti. Dev-Genç’in kazandığı ivme ve militan karakterle İstanbul il, Çankaya ilçe gibi önemli kongreleri yeri geldiğinde şiddet içeren yöntemlerle kavga ederek kazandılar. Bu sol-sosyalist harekette ilk sol içi şiddet örnekleri olarak gösterilebilir. Oportünizme ve revizyonist statükoculuğa karşı şiddete başvurulabileceği savunuluyordu. TİP’in ele geçirilmesi stratejisi başarılı olmadı ancak özellikle Karadeniz ve Ege bölgesinde birçok ilişki Mahir Çayan grubu tarafından kazanılmış oldu. Mihri Belli pasif kaldığı için gençlik önderleri tarafından sıkça açıktan eleştiriliyordu. Aynı günlerde II. Demirel Hükümeti ekonomik ve siyasal kriz içerisinde bocalıyordu. Gençlerin ve işçilerin eylemleri, Hükümetin emperyalist politikaları işletmesine engel oluyor, hükümet sıkıntı yaşıyordu. Grev, boykot ve öğrenci direnişlerini bastırmak için son raddeye kadar tüm baskı araçlarını kullanmaya çalıştı.
Sivil faşist saldırılar artıyordu. Artık doğrudan silahlı infazlar gerçekleşiyor, sol-sosyalist kimliği sahip gençler saldırıların açık hedefi oluyordu. 1970 Nisan ayında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini basan Ülkü Ocakları mensubu çete Dr. Asteğmen Necdet Güçlü’yü kurşunlayarak öldürdü. Cinayette kullanılan silahın, daha sonra Diyarbakır Cezaevinde İbrahim Kaypakkaya’nın işkence edilerek öldürülmesinde adı geçen Teğmen Fehmi Altınbilek’e ait olduğu anlaşıldı. Bu Cinayet aslında sivil faşist grupların bir takım NATO unsuru devlet içindeki gruplardan beslendiğinin açık kanıtı olacaktı…
15-16 Haziran İşçi Direnişleri
‘’O Amerikan tankları olmasa İstanbul’da yalı kalmazdı.’’
AP hükümeti ekonomik krizi aşmanın yolu olarak İşçi Sınıfını susturup ezmeyi planlıyordu. Bunun yeni iş kanunu yasa tasarısı hazırlandı; Tek tip sendika olacak, işçi sınıfı sarı sendikaların denetimine bırakılacak! DİSK’te örgütlü işçiler bu yasaya karşı ses çıkarttı. Talepleri yasanın parlamentodan çekilmesiydi. Direniş meşru ve militanca olacaktı. Ama istedikleri desteği sendikanın yönetiminden alamadılar! Çaresiz değillerdi; DEV-GENÇ’ten destek istediler. Devrimci işçilerin bu çağrısına yanıt olarak yüzlerce DEV-GENÇ’li fabrika ve direniş alanlarına koştu.

15-16 Haziran 1970 günü Türkiye İşçi direnişleriyle sarsıldı. Özellikle fabrikaların bulunduğu semtlerde toplanan işçiler eylem deneyimi olan gençlerle birlikte meydanları zapt ettiler. Kasımpaşa’dan bir kol Taksim’i, Anadolu yakasında ise Üsküdar ve Kadıköy’deki tüm cadde ve meydanlar işçiler tarafından dolduruldu. Birkaç saat içerisinde İstanbul’un meydanlarında İşçiler haykırıyordu: ‘’İşçi-Gençlik el ele Genel Greve!’’. İşçiler önlerine çıkan barikatları yerle bir ederek engelleri aştılar. Polis güçleri yetersiz kalmış, hiçbir yürüyüş kolunu durduramamıştı. Hatta yürüyüşler sırasında polis işçilerin üzerine ateş açmış, 2 işçiyi katletmişti. Buna rağmen işçileri durduramamış ve panzerlerini bırakıp kaçmıştı. 15-16 Haziran İşçi Direnişleri, Demirel hükümetine panik atak geçirtmiş ve hükümet ‘’acil durum butonuna’’ basmıştı. Polis kuvvetlerinin yetersiz kalmasıyla birlikte İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi. Hükümet, NATO’ya bağlı TSK’nın motorize birimlerinden destek istedi. Trakya bölgesindeki 3. Zırhlı Tümen ve çevre illerden askerler İstanbul’a sevk edildi. 15 Haziran’da başlayan direniş 16 Haziran gecesine kadar sürdü. Tarihe 15-16 Haziran İşçi Direnişleri olarak geçen bu olay egemen sınıfların gözünü epey korkutmuştu. İstanbul ve çevresinde ilan edilen sıkıyönetim sonrası Dev-Genç ve Direnen işçilere yönelik operasyonlar başladı. Gençlik ve işçiler meydanlardaki direnişini zindanlara taşıyor, işler artık devrimci gençlere güven duyuyordu…
Faşist Saldırıların Artışına karşı Devrimci Taarruz!
İşçi sınıfı ayağa kalkıyordu. Ocak 1971’de Sabancı Holdingin BOSSA fabrikasında grev yapan işçilere önce ülkücü faşistler sonrasında polis saldırdı. Yüzlerce işçi emekçi gözaltına alındı. İşbirlikçi holdinglerin işleri yürüsün diye tüm düzen güçleri seferber olmuş işçi sınıfı ve gençlerin üzerine saldırıyordu. İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Bursa ve İzmir’de sivil faşist saldırılar artmış cinayet ve suikastlar işleniyordu. Devrimci gençler Nail Karaçam ve İlker Mansuroğlu Ankara Üniversitesi Fen fakültesinde pusu kurularak silahla katledildi. Devrimci-ilerici gençlerin ardından yapılan kitlesel cenazeler aynı zamanda birer eyleme dönüşüyor, üniversite fakülteleri ve yurtlar işgal edilerek Ülkü Ocaklarına ya da tarikat gruplarına üye olduğu bilenen şahıslar devrimciler tarafından yurtlardan ve okullardan uzaklaştırılıyordu. Sivil faşistler ise üniversitede demokratik düşüncelere sahip olan akademisyen ve rektörlere karşı saldırılar başlattılar. ODTÜ rektörü Erdal İnönü, Uğur Alacakapan ve Mümtaz Soysal gibi akademisyenlerin evleri sivil faşistler tarafından bombalandı. Polis ise sivil faşistlere yönelik operasyon yapmaktansa devrimcilerin ellerinde olan üniversite ve yurtlara yönelik baskınlar başlattı. Polis gece saatlerinde sivil faşistlerle birlikte yurtları basıyor, öğrencilere işkence ediyor ve yurtları yağmalıyordu. Onlarca suikast ve cinayetin failleri bilerek isteyerek bulunmuyordu. Artık daha fazla beklemenin kabul görmeyeceğini bilen gençliğin devrimci kadroları için faşist baskılara karşı harekete geçme zamanı gelmişti… Faşist saldırıların planladığı Amerikan üslerine misilleme olarak silahlı saldırılar yapıldı. Silah ve cephane bulabilmek için banka soygunları başladı. Emperyalist blokla ilişkisi olan bankalar tespit ediliyor ve soygunlara girişiliyordu…
Silaha Yönelme
5 Mart 1971 ODTÜ’de yurtlara yapılan baskınlar binlerce öğrenci tarafından protesto edildi. Ankara-Eskişehir yolu öğrenciler tarafından protesto amaçlı kapatıldı. Bu sırada ODTÜ yurtlarında Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının olduğu iddiasıyla polis ve askerler tarafından aranmak istedi. Daha evvel diğer yurtlarda polisin tavrını bilen öğrenciler direnişe geçti. Hali hazırda gençlik lideri Deniz Gezmiş ve yoldaşları için ODTÜ yurtları birer karargahtı. Polis ve ODTÜ’lü öğrenciler arasında çatışma çıktı. Filistin kamplarında eğitim alan devrimcilerinde içinde bulunduğu grup polisle silahlı çatışmaya girince, askeri kuvvetler ODTÜ’ye çağırıldı. Ankara’da bir savaş havası esiyordu. Her yerde askerler ve panzerler yolları kesmiş ODTÜ yurtlarının etrafı sarılmış binlerce öğrenci abluka altına alınmıştı. Çatışmalar saatler sürdü, 1 polis çatışmada yaşamını yitirmiş, 20 öğrenci ağır 200 öğrenci yaralanmıştı. Yaklaşık 2000 öğrenci ise gözaltına alınarak savaş esiri gibi stadyumlara götürülüyordu…
12 Mart Askeri Darbesi

12 Mart 1971 günü kuvvet komutanlarınca Demirel hükümetine muhtıra verildi. Demirel Hükümeti hızla istifa ederek görevini yapmış oluyordu! Muhtıranın 3. Maddesi uyarınca TSK, düzenin bozulduğu koşullarda ‘’T.C’yi korumak ve kollamak görevini yerine getirmek için idareyi ele alamaya kararlıdır.’’ deniliyordu. Hali hazırda devrimci gençlere karşı sokakta olan asker çekilmiyor, askerin yeni kuracağı hükümeti ve sıkıyönetim kararlarını bekliyordu. Aslında 9 Mart gününe ordu içerisinde ilerici subaylar tarafından darbe planı yapılmış ama plan açığa çıkınca faşist NATO’cu komuta kademesi duruma hâkim olmak adına hızlı davranarak, 12 Mart günü hükümeti koruyacak şekilde muhtıra verip, ordu ve bürokrasi içerisindeki dağılmayı önleme manevrası yapmıştı.
Askerin sıkıyönetimi ilan edebilmesi için Ülkü Ocakları ve Komünizmle Mücadele Dernekleri seferberlik başlattı. 12 Mart ilan edilir edilmez, tüm Türkiye genelinde üniversitelerde sivil faşist saldırılar başladı. Baskınlarda patlayıcı maddeler de kullanan gruplara karşı DEV-GENÇ bir açıklama yayınlayarak ‘’saldırılara karşı bir adım dahi geri atmayacağız’’ dedi. 20’ye yakın mensubunu kaybeden DEV-GENÇ saldırılara karşı amansız bir taarruz başlattı. Silahlarında kullanıldığı bu eylemler sonrası 12 Mart Askeri Darbecileri tarafından sıkıyönetim ilan edilerek, DEV-GENÇ’e bağlı dernekler ve ilerici tüm kurumlar hakkında kapatma kararı verildi. Artık yasallık sınırları içinde değil meşru militan çizgide hareket edilecekti.
12 Mart Askeri darbesine gelinen koşullarda dünya ekonomik ve politik bir krizin içerisindeydi. Emperyalist-kapitalist kutup tarafında yer alan Türkiye doğrudan etkilenmiş bu yüzden IMF tarafından alınan önlemler doğrultusunda ekonomik programa göre hareket eden tam bağımlı bir devlet haline gelmişti. IMF önlemleri denilen program aslında Türkiye’de işçi sınıfının ezilerek tüm haklarına çökülmesi, neoliberal uygulamalarla devlet kurumlarına kadar özelleştirilme adımlarını içinde barındırıyordu. Sırayla tüm üretim, emperyalist tekellere göre ayarlanacak şeklen memleketteki tüm kamu varlıkları, yer altı ve yer üstü zenginlikler emperyalizm ve onun işbirlikçisi holdingler tarafından paylaşılmak isteniyordu. Bu noktada devrimciler açısından iki durum oluşuyordu: Birincisi emperyalizme uyumlu işbirlikçi bir sol hareket. İkincisi devrim için savaşacak organizasyonlar yaratmak. ‘’Kurtuluşa Kadar Savaş!’’ sloganını yaratan devrimci geleneğin nasıl bir tercihte bulunduğunu açıklıyor. Kopuş düzenden olduğu kadar ‘’içerideki’’ düşmandandı. 68 gençlik isyanından, 71 devrimci kopuşuna; ideolojik-pratik gerçeklik olarak yaratılan devrimci gelenek kuşaklar boyunca ülkenin yakın tarihini etkiledi. Günümüze değin sürecek olan Geleneklerin ve tartışmaların temelini oluşturdu. 12 Mart 1971 darbe dönemi ve Dev-Genç II olarak yazının devamı gelecektir.
En ağır saldırılar altında bile yok edilemez olan Proleter Devrimci mücadelenin yolunda yaşamını yitirenlerin anısına saygıyla…
Hasan Selim Sabah
Kaynakça:
M. Çayan, Toplu Yazılar (İstanbul: Su Yayınları, 2008)
Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm Yolunda Gençlik 1 (İstanbul: Boran Yayınları, 1996)
V. Ersan, 1970’lerde Türkiye Solu (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013)
S. Karakurt, Türkiye’de Sağ ve Solun Oluşumu ve ‘’Sivil’’ İç Savaşı (İstanbul: Nota Bene, 2024)
A. Yıldırım, FKF/DEV-GENÇ Tarihi (İstanbul: Doruk Yayınları, 2008)
T. Feyzioğlu, Mahir ‘’Onların Öyküsü (İstanbul: Ozan Yayıncılık, 2006)