Suni Denge’yi Anlamak, Statükoculuğu Yıkmak!

“Kulaklar söylediklerimize kapalı olsa bile, biliyoruz: tarih bizi dinliyor.”

Mahir Çayan

Çıkarları devrimden yana olan halklar, korku ve yılgınlık içerisinde nasıl kalırlar? Bu sorunun cevabının bu coğrafyaya özel olacağı aşikardır. Yani Somut Durumun, Somut Tahlili. Uluslararası devrimci hareketin birikiminden aldığı kaynakla, kendi coğrafyasına özgün tahliller yaparak açıklayan kuramcılardan, yakın tarihimize damga vuran devrimci önder Mahir Çayan’a bakacağız.

“…Ancak, artık sınıfların ve sınıf çelişmelerinin bulunmadığı bir düzendedir ki sosyal evrimler, artık siyasi devrimler olmaktan çıkacaklardır. O zamana kadar toplumun her yerinden değiştirilip, düzeltilmesinin arifesinde sosyal bilimin son sözü şu olacaktır: Ya mücadele ya ölüm, ya kanlı savaş ya da yok olma.

Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, s:195

Yeni Sömürgecilik, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucu özü sömürü olan emperyalizmin ülkeleri işgal etme biçimindeki değişimin kavramsallaşmasıdır. Klasik sömürge ve açık işgal yerini yeni bir biçime, gizli işgale ve emperyalizmin ilişkilendiği ülkelerde artık içsel bir olgu haline gelmesine dayanır. Bu kavramsallaştırmanın ardında birçok deneyim ve tahlilin oluşturduğu devrimci birikim söz konusudur.

Kesintisiz Devrim II-III eserlerinde bu topraklara özgü Marksizmi yaratan Mahir Çayan, III. Bunalım dönemi olarak adlandırdığı dünyayı anlamamızdaki tahlili ile Türkiye’yi Yeni Sömürgecilik kavramı ile açıklamış, temel niteliğinin gizli işgal biçimi olduğunu, bir diğer niteliğinin ise emperyalizmin artık bir içsel olgu haline geldiği, yani; yabancı sermaye ve yerli sermayenin iç içe geçerek, birleşmesinden oluşan entegrasyon döneminin emperyalistler ile işbirlikçi devletlerin gücünün birleşmesine yol açtığını tespit etmiştir.

Yaşadığımız ülkeyi anlamaya yönelik çalışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan ve nesnel durum üzerinden kuramsallaşan bir tahlil; Mahir Çayan’ın Suni Denge tahlilidir. Bu nesnel tahlil Emperyalizm çağında, Yeni Sömürgeciliğin ve gizli işgalin sonucunda halkın yoğun ve derin çelişkilerinin gündelik yaşamda hissedilememesi üzerinde durmaktadır. Devrimin önündeki tüm engellerin aşılması için öncelikle suni dengenin doğru anlaşılması gereklidir.
Emperyalist güçlerin açık işgalinin yerini gizli işgal almıştır. Kurumlar, sermaye ve ordu gizli işgal biçimine uygun olarak emperyalistler eliyle düzenlenir. Böylece halkın işgale karşı tepkisi nötralize edilerek silikleştirilir. Halkın karşısına işgal orduları yerine sözde bağımsız ordular ve kurumlar çıkartılır, kitlesel bir yanılsama oluşturulur, bağımsız devlet geleneği işgale şal yapılır. Nihayetinde Anti-emperyalist mücadele muğlaklaştırılır, düşman görünmez olur. Bu noktadan sonra emperyalist entegrasyon o kadar hızlı olur ki; neoliberal politikalarla, yüzyıllar süren kamusal kazanımlara el koyulur, kamu kurumları piyasanın emrine amade edilir. 

Yeni sömürge ülkelerde çarpık kapitalizmin gelişimine bağlı olarak nispi refah oluşur. Yukarıdan aşağı emperyalizm eliyle gelişen kapitalizm, feodal ilişkileri çözmez kendi içerisindeki çarpık ilişkiler ağına dahil eder. Bu durum feodal mülkiyet ilişkilerini pazara açar ve pazarın genişlemesi nispi bir refah yaratır. Pazar ekonomisi tüketime dayalı biçim oluşturduğu için sanayileşme yan sanayi üretimleri ve emperyalist tekellerin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Emperyalizm, sömürge ülkenin tüm kaynaklarına çöktüğü gibi biçimlendirir ve yarattığı işbirlikçiler aracılığıyla yarattığı holdingler emperyalizmin taşıyıcı kolonu haline getirilir. Bu holdinglerin çevresinde gelişen birikimin yarattığı ilişki biçiminin yeni sömürge ülkelerde oluşturduğu küçük burjuva anlayış, temelde reformist-revizyonist siyasetin kaynağı haline gelmiştir. Kaynağını buralardan alan reformist-revizyonist statükocu zihniyetin bunu anlama ve kavrama ihtimali yoktur. Yanlış bilinçle donatılmış reformist anlayışlar toplumsal değişimlerin önünde engel oldukları kadar suni dengenin destek kolonu haline gelmişlerdir. Seçimleri baz alan siyasal konumlanış, parlamento imgesinin varlığı ve düzen içi hareket tarzlarının gelenek haline gelmesi mücadeleyi değil dengeyi emperyalizm lehine sağlamlaştırmaktadır.

Emperyalizmin içsel bir olgu haline gelerek, kapitalizmin hızlı bir biçimde çarpık gelişmesine bağlı olarak merkezi devlet mekanizması oluşmaktadır. En ücra köşelerde bile yayılan denetim mekanizmaları kurarak halkın gözünde yenilmez, güçlü devlet imajı sağlanır. Bunun amacı emperyalist paylaşımın her bir metrekareye ulaşımını hızlandırmak ve kolaylaştırmaktır. Kitlelerin bilincini tarumar eden bu gelişimler sonucunda düzenle çelişkileri bulunan kesimler, tepkilerini düzenin çizdiği sınırların dışına taşıyamamaktadır. Kader ve biat kültürü kitlelerde hâkim görüş olarak kabul görür, kendiliğinde patlayan isyanlar çabucak düzen sınırları içine çekilebilir. (Mart 2025 isyanları bu açıdan incelenirse örnek olarak gösterilebilir.) Coğrafyanın özgün tarihsel koşulları dikkate alınarak, Osmanlı’dan devralınan baba ve kerim devlet anlayışı topluma empoze edilir. Devletin en küçük hareketliliği bile baskı kullanarak ezmesi bu durumu pekiştirir, bu yüzden kitlelerde kendiliğinden örgütlenme bilinci çok düşüktür. Baskı ve şiddetin yetersiz kaldığı durumlarda faşizm kendi lehine, demokratik teamüller olmadan (komplolara açık şekilde) teslim almak üzerine uzlaşı zeminleri oluşturabilir. Halkın her türlü hak talebi devletin tüm ideolojik aygıtları tarafından manipüle edilir. En geniş propaganda araçları denetim altındadır, barışçıl siyasal propagandanın olmadığı bu durumda, resmi söyleme dayalı propagandanın serbest olduğu araçların, dengenin kurulu kalmasına ve rıza üretimine hizmet etmek dışında amacı yoktur.   

Emperyalizm ve işbirlikçisi tüm unsurların oluşturduğu ideolojik baskı aygıtları gelişim halindedir. Baskı, tüm boyutlarıyla rıza üretimine dayalı olduğu için düzen karşıtı tüm düşünceler ehlîleştirilir. Dengenin tahrip olduğu koşullarda ise fiziki baskı politikaları devreye sokularak ihtiyaçlar dahilinde cunta rejimleri bile kurulabilir. Yeni sömürge ülkeler her anlamda işgal altındadır ama her yer bağımsızlığın sembolü olan simgelerle donatılmıştır. Bu durum tüm dünya halklarına karşı emperyalizmin pasifikasyon politikalarının denenip sınanması sonucunda uygulamada tecrübe kazanmasına sebep olur. Birbiriyle bağlantılı olan bu olguların bir bütün olarak Suni Dengeyi ortaya çıkartmıştır. Kendiliğinden gelişen tüm olgular önemlidir, gelişmelere bağlı olarak müdahale edebilecek profesyonel devrimciler örgütüne ihtiyaç vardır. Halk ve faşizm arasındaki suni dengeyi kendiliğinden isyanlar değil, örgütlü eylemler kıracaktır. Mahir Çayan’a göre ‘’bütün legal yollar tıkanmasından, emekçi kitlelere karşı tenkil politikasının en gaddarca sürdürülmesinden dolayı, kitlelerle diyalog kurmanın ve onları devrimci saflara çekmenin temel mücadele biçimi silahlı propagandayı zorunlu kılar.’’

Yaşadığımız çağı anlamak için çağımızın önemli devrimci önderi ve devrimin kuramcısı Mahir Çayan’ın teorik mirasını özümsemenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Unutturulmak istenen şeyin kendisi: Kızıldere’den bugüne, devrim için düşenlerin benimsedikleri teorik-politik kuramdır. İdeolojik saldırıların amacı Türkiye Devrimci Hareketini reformist statükoya esir ederek özünden kopartmak ve düzen içi zeminlere çekerek yok etmektir. Yok olmayacak ve tekrar edeceğiz: tüm saldırılara karşı Kurtuluşa Kadar Savaş!

Hasan Selim Sabah

Kaynakça

M. Çayan, Bütün Yazılar (İstanbul: Boran Yayınevi, 2004)

V. Ersan, 1970’lerde Türkiye Solu (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013)

K. Marx, Felsefenin Sefaleti (İstanbul: Yordam Yayınları, 2024)

Hazırlayan: G. Atılgan, B. Yıldırım, Mühürler (İstanbul: Yordam Yayınları, 2019)