“Gönderi Girelim Yoldaş”: Gençlik Hareketi ve Sosyal Medya

Pankartlar, afişler, dergiler, şiirler, kitaplar, gazeteler, bildiriler, broşürler… Bugün belki birçoğunun fotoğrafına bile ulaşamadığımız ancak devrimcilerin memleketin dört bir yanında kitlelerin zihninde yer ettiği zamanlar, dünyaya soldan bakan bizlerin bilincinde çarpıcılığını koruyor.

Devrimcilerin uzunca bir süre ustaca kullandığı propaganda ve ajitasyon biçimleri, elbette salt estetik kaygı ya da sanatsal yaratıcılığa indirgenemez. Propaganda ve ajitasyon araçları mücadelenin estetik görünür yüzü olduğu kadar devrimcilerin sesi soluğuydu. Kısacası devrimciler ayağını nereye basıyorsa onun izini ve sesini kitlelere taşıyordu.

Bugün bu propaganda ve ajitasyon yöntemlerinin çoğu farklı tandanslarda devam etse de hepsi başka bir öncülün ardında kalıyor. Bir basın açıklamasında, eylemde, asılan bir pankart sonrasında, gözaltına alınan bir arkadaşımızın mesajında, söyleşide ya da en küçük toplantıda kulağımıza çalınan o cümle hiç değişmiyor: “Gönderi girelim yoldaş”

Bu yazı işte böyle bir atmosferde “sosyal medya gerçekten propaganda ve ajitasyon aracı olabilir mi?” sorusuna cevap bulmak için bir kıvılcım olmayı amaçlıyor.

Propaganda ve Ajitasyon

Propaganda ve ajitasyon, kitleleri istenilen bir hedefe yönlendirme ve mevcut düzene karşı kışkırtmayı hedefler.

Latincede “yayılacak şeyler” anlamını taşıyan propagandanın amacı, kitleleri bilgilendirmek ve onları belirli bir hedefe yönlendirmektir. Örneğin “çalışma saatleri sorunu” üzerine yapılacak bir propaganda çalışması, kapitalizmin doğuşunu, çalışma saatlerinin değişim sürecini, çalışma saatlerinin düşmesi için verilen mücadeleleri barındırır ve en önemlisi çalışma saatlerinin insanca düzenlenmesi için mücadele edilmesinin gerekliliğini vurgular.Propaganda hem bilgilendirici hem de yönlendirici üslubu taşır.

Ajitasyon ise kitlelerin duygularını harekete geçirir ve onları eyleme çağırır. Örneğin binlerce kişinin izlediği “Öyle mi Alay Komutanı?” başlıklı video maden işçilerinin 2020 yılındaki maden işçilerinin yürüyüşünde yapılmış güçlü bir ajitasyon örneğidir. Yapılan konuşma milyonlarca insana ulaşmış, izleyenlerde hoşnutsuzluk ve öfke uyandırmıştır.

Kısacası ajitasyon, kitlelerin duygusal tepkilerini harekete geçirmeye çalışırken; propaganda, durumları analiz ederek bilinçli bir yönlendirme yapmayı hedefler. İki biçim de devrimci süreçlerin öznel durumlarından kaynaklı farklı biçimler alabilmektedir. Her biri devrimci siyasetin kitleleri harekete geçirmesinde etkili silahlardır.

Kimin Özgürlüğü?

Propaganda ve ajitasyona dair bu geniş ve alışılagelmiş tanımlardan sonra kafamızı güncel propaganda ve ajitasyon araçlarının arasında en çok yer kaplayan internete çevirebiliriz. İnternet birçok bilgi erişim modelini barındıran yapısıyla yeri geldiğinde bir ajitasyon aracı olarak kitleleri düzene karşı kışkırtma işlevi görürken yeri geldiğinde daha sistematik bilgiye odaklanan ve bu bilgiyi kitlelere taşıyan bir araç işlevi görebilmektedir.

Öte yandan her değerin birer meta olarak pazara çıktığı ve buna bağlı olarak tüketim arzusunun bireyi kutsayan perspektiflerle yaşama yayıldığı neoliberal düzen içerisinde, her dakikamızı esir alan internet, bu bireyci modelin önemli ayaklarından birini oluşturuyor.

Milyarlarca insanın günlük yaşamının çok büyük bir kısmını işgal eden sosyal medya, devrimci siyaset açısından da önemli bir propaganda ve ajitasyon alanı olarak görülüyor. Sosyal medya platformları çoğunlukla “görece özgür bir alan olarak” değerlendiriliyor.

İnternete “özgürlük” atfeden tanımlamalarla açıktan karşılaşmasak da birçok siyasetin güncel propaganda araçlarının kullanımında sosyal medyaya atfetmiş oldukları öncelik göze çarpıyor. Bu yaklaşım internetin neoliberal bir model olarak anlaşılmadığını ve geçmişteki propaganda kanallarının tükenmişliğine açık biçimde ikna olunduğunu gösteriyor. Yalnızca eskinin işlevsizleşmesi değil, yeni araçların mücadele içerisinde konumlandırılması sorunu da mevcuttur. Ancak şüphesiz ki sorunun temeli hiçbir zaman propaganda araçlarının dönüşümü ya da kullanımıyla sınırlı değildir.

Sosyal medyaya atfedilen özgürlüğün ideolojik bir çarpıtma olduğunu görmek çok zor olmasa gerek. Sosyal medya uzun zaman boyunca paylaşma, birileriyle ortaklık yapma ve kolektif eylemde yer alma yeteneklerimizi arttıran alanlar olarak görüldü. Yayın araçlarında hiçbir yetkiye sahip olmayan insanlar sosyal medyayla birlikte paylaşımı hayatlarının bir parçası haline getirdi. Sosyal medya bireylerin bir araya gelmesine, ortaklaşmasına, birlikte oyun oynamasına, tartışmasına olanak sağladı. Tabi bu denklemde internet tekellerini ve egemen güçlerin internet üzerindeki sonsuz inisiyatifini de görmezden gelemeyiz.

Haliyle “İnternet, gerçekten ne kadar özgür bir alan?” sorusunun cevabını aramak zorunluluğa dönüşüyor.

İnternete Neoliberal Bir Model Olarak Bakmak

İnternet, her geçen gün ona atfedilen abartılı rol ve yanılsama olan “özgürlük alanı” olmaktan uzaklaşıyor. Sosyal medya platformlarında esas olan, bireyler arasındaki tartışmaların içeriği, bu içeriğin niteliği ya da karşılıklı alışveriş değildir. Esas olan etkileşimin sürekliliğiyle akışın sağlanmasıdır. Keza egemenler için tehlike oluşturabilecek herhangi bir durum platform tarafından ışık hızıyla engellenmektedir. Örneğin Hamas’ın şehit düşen lideri Yahya Sinvar’ın fotoğrafını Instagram’da paylaşırsanız gönderiniz direkt engellenir.

Bu açıdan sosyal medyada girdiğimiz çatışmalarda çözüm odaklı, ikna eden, mütevazi bireyler olarak değil, akışı arttıracak ve tartışmaların sürekliliğini sağlayacak müşteriler, hatta gönüllü ücretsiz işçiler olarak yer alırız. Tartıştığımız tarafın zaaflarını ifşalamaya çalışan intikamcı bireyler olarak asla bir sonuca bağlanmayacak tartışmaların içinde buluruz kendimizi. Çeşitli ırklara, gruplara, cinsiyetlere yönelik saldırgan bir soytarılığın, mizah yaklaşımı olarak sosyal medya platformlarındaki alt-kültürlerde hayat buluyor olması da akış gereksiniminin sonucudur.

İşin içine bir de anonim kimlikler eklenince neoliberal tahribatın en saldırgan tezahürlerine tanıklık ederiz. Birinin cinsiyetinden, ırkından, dilinden dolayı alaya alınması, aşağılanması ortalama bir X kullanıcısı için -karşı durulması gerektiğini düşünse bile- şaşırtıcı bir durum değildir. Dolayısıyla bu anonim dünya birçok insanı faşist, cinsiyetçi, ırkçı, LGBT+ fobi söylemlerle karşı karşıya bıraktığı gibi aynı zamanda geniş kesimler nezdinde sürekli maruz kalmaya dayalı bir duyarsızlığa kapı aralamaktadır.

Dolayısıyla sosyal medya platformları günümüzde bir ikna ortamı olarak değil, internet tekellerinin ihtiyaç duyduğu akış algoritmasıyla intikamcı bir bilinç üreten ortamlar olarak var olmaktadır. Sosyal medyada hararetli bir tartışma içerisinde en son kimi ikna ettiğimizi hatırlamaya çalışın. Ya da sosyal medyada içinde bulunduğunuz hangi tartışmada fikrimiz değişti? Ya çok az ya da hiç.

Eleştirinin niteliksel bir değerinin olmadığı bu akış içerisinde, akışa müdahale edecek ya da akışı yavaşlatacak derinlikteki eleştiriler akıştaki tüm eleştirilerle aynı değeri taşır. Bu durumda derinlik taşıyan eleştiri, akışa adapte edilmek üzere “herkesin anlayabileceği” düzeye çekilir. “Kitleye ulaşmak” amacıyla diğer tüm eleştiriler gibi hızlı tüketilebilecek basmakalıp bir biçime evrilmek zorundadır. Bu çoğu zaman yalnızca görünüşte bir değişim gibi görünse de niteliksel kaybın kendisidir. Bu akış içerisinde vasatlaşan eleştiri bir propaganda ve ajitasyon biçimi olmaktan ziyade akışın sürekliliğini sağlayan bir ürün olarak var olmaktadır. Bu durum propaganda ve ajitasyonun dönüştürücü/sarsıcı amacını daha ilk andan itibaren erozyona uğratmakta, mücadelenin aktarımını neoliberal bir model içerisinde metalaştırmaktadır.

İnternetin Serüveni ve Solun Kaybettikleri

Günümüzde kendiliğinden ve parçalı gelişen toplumsal hareketleri kısmi olarak görünür kılan sosyal medya platformları, bu toplumsal hareketlere öncülük etme gayesi taşıyan devrimcilerin kitlelere sağlıklı bilgi aktarımı sağladığı alanlar olmasının tersine çoğu zaman sınıfsal niteliğinden kaynaklı olarak resmi kanalların yarattığı faşist provokasyonların dezenformasyon aracına dönüşüyor.

Böylesine rövanşist bir atmosferde onu kırmayı ve kitlelere ulaşmayı hedefleyen devrimci siyasetin propaganda alanı, hareketin internete gereğinden fazla kapsayıcılık atfetmesiyle daha dar, sınırlı ve marjinal bir biçime evriliyor.

Örneğin 2022’de ücretlerine yapılacak 4 TL’lik zam için günlerce direnen Migros işçilerinin patronun evinin önünde yaptığı eylemi hatırlayalım. Gençlik nezdinde siyasi iktidarın takozu işlevi gören bir yayıncının eylemi hedef alan gönderisi sonrası işçiler binlerce gencin küfürlerine maruz kaldı. Peki bu gençler doğrudan patronun veya sermaye sınıfının sözcüsü müydü? Elbette hayır. “Ekonomik sıkıntılar içerisinde yoksullaşmalarına anlam arayan, solun kan kaybından dolayı kendilerine liberal/milliyetçi çevrelerde kimlik bulmaya çalışan genç kesimler…” gibi ezber analizleri bir kenara bırakırsak gençlerin, eylem yapanlar ve eylemi kesinkes meşru gören solcu kitleyle nasıl bu kadar ayrı düştüklerini ve bu noktada sosyal medyanın işlevini düşünmek gerekir.

Tepkilerdeki temel tartışma konusu özel mülkiyetin ihlaliydi. İşçiler patronun evinin önüne gitmiş onun mülkiyetine zarar verebilecek bir eyleme kalkışmışlardı. Bu yüzden yaka paça dövülerek gözaltına alınmaları gayet anlaşılırdı. Solun kendisine lütfedilmiş bir imkân olarak gördüğü sosyal medya, sola doğrultulan bir silaha dönüşmüştü. Oysa sol kendini sosyal medyadan açıklayabileceğini düşünmüştü. Peki sokakta gençlik kitlelerinden soyutlanmış bir sol hareketin, sosyal medyada kendini açıklamaya çalışmasının milletvekili olmak için gençlerle poz veren beyaz spor ayakkabılı, kır saçlı, CHP’li amcalardan ne farkı vardır?

Solun aradığı meşru zemin sokaktaki hızlı parlayıp hızlı sönümlenen direnişlerin vicdani yönleridir. Oysa bu kadar hızlı parlayan ve bu kadar hızlı sönümlenen, stratejiden yoksun, ekonomik taleplere indirgenen, politik anlamda yarın için hiçbir şey söylemeyen bir sesleniş duygusal anlamda yıpratıcı olduğu gibi pratik anlamda kadrolarda dahi duyarsızlığı doğurmaktadır. Öte yandan solun gerileyişiyle birlikte geniş kitlelerde olumlu bir ezber olarak ortaya çıkan sosyalist terminoloji ve halkçı perspektif gençlik kitlelerine aktarılamamıştır. Soru ise bu kabiliyetin geri kazanımında yani sokakta ortaya çıkan hareketin kitlelere aktarımında sosyal medyanın konumuna dairdir.

İnternet ve Toplumsal Hareketler

2000’lerden itibaren internetin toplumsal olaylarda küçümsenemeyecek etkilerini gördük. Kimi zaman tetikleyici, aktarıcı kimi zamansa kısıtlayıcı bir rol oynadı.

İnternetin toplumsal olaylardaki rolünü ilk kez keskin biçimlerde Arap Baharı’nda izledik. Eylemciler olayların aktarılması, tetiklenmesi ve örgütlenmesi için interneti önemli bir araç olarak kullandı. Özellikle Facebook gibi topluluk olarak hareket etmeye imkan veren sosyal medya platformları milyonlarca insan için geleneksel medyadan daha etkili bir enformasyon aracı olarak işlev gördü. Arap Baharı’nda Facebook bu platformların başını çekiyordu. Sonrasında “Wall Street’i İşgal et”, “Occupy” gibi birçok toplumsal harekette benzer örneklerini izledik.

Ancak biliyoruz ki devrimci değişim kendiliğinden örgütsüz eylemlere dayanmaz. Kararlı örgütçülere ve sorumluluğa ihtiyaç duyar. Bu disiplin devrimci yapının değişken ve karmaşık gelişmelere karşı stabilize kalmasını ve yaşamasını garanti altına alır. Arap Baharı öncesinde Orta Doğu’ya yaklaşık 10 yıldır zaten bir kargaşa hakimdi. Filistin Direnişi, Irak’ın işgali, işbirlikçi olarak görülen yerel yönetimler, ekonomik kriz, neoliberal politikalar var olan öfkeyi derinleştirmişti. İnternet başta bu öfkenin örgütlenmesi için özellikle gençlik kitleleri arasında güçlü bir yatay örgütleme aracı olarak görüldü. Ancak toplumsal hareket nezdinde sosyal medya, bir hareketten ziyade anık reflekslere dayalı “sürü” görünümüne sahipti. Yatay yapısından kaynaklı bu sürünün başarısızlığı tesadüf değildi.

İnternetin toplumsal olayları etkileyişi çelişkilidir. Bu çelişki toplumsal çelişkinin ta kendisidir. Toplumsal hareketler internet aracılığıyla güç kazanabildiği gibi kısıtlanabilir de. Alternatif medyanın en canlı imkânı olarak görülen sosyal medya platformlarına ticari medyanın aktardığı gücü yabana atmamak gerekir. Ticari medyanın adaptasyonu, bağımsız gazetecilik adıyla mevcut iktidara yaslanan yayın biçimleri veya egemen ideolojinin kanatları altındaki fenomen kültürü toplumdaki kültürel hegemonyanın bir ayağı değilse nedir? Işık hızıyla gelen soruşturmalar, haber sitelerine gelen yasaklamalar, Vikipedia gibi tüm dünyada kullanılan bilgi erişim araçlarına yönelik engellemeler egemenlerin internet üzerindeki güçlü etkisini göstermektedir. 

İnternetin toplumsal olaylarla ilişkisini irdelerken teknolojik determinizme dayalı bir mantığın dışında, tetikleyici ve pasifize edici rolünü yadsımayan bir bakış açısı geliştirmemiz gerekir. İnternet sınıflar üstü bir sanal alem değildir. Tersine toplumun ekonomik, siyasal ve ideolojik yapısının internet ortamına da içkindir. Sosyal medya platformları toplumsal olayları taşıyan/aktaran aynı zamanda onları kısıtlayan ve pasifize eden sistemlerdir.

Elbet ki neoliberal düzende toplumun ekonomik, siyasal ve ideolojik yapısından azade olmayan internetin geçirmekte olduğu bu değişimi dile getirmek için derviş olmaya gerek yok.

İnternet bugün blog/forum tarzında kendiliğinden örgütlenmelerin toplamından oluşan bir yapıya sahip değil. Bodrum katlarda, garajlarda yaşayan karanlık siber çetelerin efsane hikayeleri 2000’lerin nostalji raflarına kalktı. Milyonlarca insanın en sık giriş yaptığı siteler internet tekellerinin kontrolü altındadır. Etrafınızda 20 yaşının altında biri varsa ona internetle ilgili birkaç soru sorun. Muhtemelen vereceği cevaplarda internet TikTok, Youtube, Instagram gibi en çok ziyaret edilen tekel sitelerden ibarettir.

Güvenlikli, karanlık ya da yasa dışı bilgilerin dolandığı iddia edilen ve bu görünümle çekici kılınan platformlar bile aynı tekellerin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Karanlık “hacker”ların hikayeleri artık yerini bu “hacker”ların büyük internet tekellerinde nasıl işe alındıklarıyla ilgili güzellemelere bıraktı.

Başka bir deyişle internetteki tekelleşme ve sosyal medya platformlarının ciddi kar kaynakları olarak piyasadaki yerini alması bu platformların ikircikli yapısını derinleştirdi. Platformlardaki algoritmalar aracılığıyla etkileşimin arttırılması amacıyla insanların sürekli üretime teşvik edilmesi ve bu platformlar üzerinden kullanıcılara sunulan para kazanma vaatleri bizleri büyük internet şirketleri için çalışan gönüllü ve ücretsiz işçilere dönüştürdü.

Ülkemizde Gezi Direnişi ve onu takip eden süreçte, sokaktaki isyanın sosyal medyaya taştığı durumdan, sosyal medyadaki gündemlerin bir türlü sokağa taşınamadığı pasif tutumun derinleşmesini izledik. Bu açıdan sosyal medya, düzenden rahatsızlık duyan kitleler nezdinde egemenlere karşı öfkenin kusulacağı stres atma noktası olarak varlığını korumaktadır. Aynı zamanda sokaktan uzak pasif eylem tarzının hâkim olduğu bir sığınağa dönüşebilmektedir. Ancak toplumsal öfke anlamında biriken enerji öyle kolayca yok olmaz. Bu açıdan sosyal medyayı sadece deşarj aracı olarak tanımlamak hatalıdır. İnsanların sosyal medyada öfkelerini kusması ya da maruz kaldıkları algoritma içerisinde sürekli gördükleri memleket sorunları aynı zamanda şarj işlemi de görmektedir. Burada ortaya çıkan önemli soru bu enerjinin nereye aktığıdır. Bu da devrimci hareket için propaganda sorunundan ziyade, stratejik bir sorundur. Keza Avrupa’daki isyan dalgası, ABD’de radikalleşen Filistin eylemleri, Yunanistan’da öğrencilerin özelleştirmelere karşı üniversite işgalleri sosyal medyadan kopuk bir tutumun ürünleri değildir. Bu açıdan sosyal medyayı oluşabilecek isyanlara karşı siyasi iktidarın pasifize etme aracı olarak mahkûm etmek oldukça hatalıdır.

“Devrim İçin Beğen”: İnternet ve Gençliğin Yaratıcı Eylem Tarzı

Tüm bunlara rağmen sokaktaki herhangi bir atılımın propaganda başarısı hala sosyal medyadaki görünürlüğüyle ölçülüyor. Bazen bir pankartı nereye astığımızın, nerede bir yazılama yaptığımızın, kaç saat bildiri dağıttığımızın o kadar da önemi yokmuş gibi geliyor insana. Her şeyin görüntüsünün gerçek kılındığı kapitalist toplumda vitrindekinin değeri diğer her şeyin önüne geçmiyor mu? Kaç kişiye bildiri dağıttığımız mı, İnstagram’da aldığımız etkileşim mi daha değerli, ölçüt nedir?

Sokaktaki örgütlenmenin sosyal medyada yankılanması şüphesiz ki bu hareketlilikten haberdar olmayan kesimler nezdinde önemlidir. Ancak aktarıcı yönünün olduğu gibi kısıtlayıcı yönüyle de toplumsal hareketleri etkileyen internetin kullanımı, ikircikli yapısı göz ardı edilerek programsız, savruk bir biçime kurban edildiğinde basmakalıp bir ezbere dönüşebilmektedir. Ya internet ortamı ilk andan itibaren sekter tutumlarla değerlendirilerek kitleden yalıtık bir propaganda biçimi inşa edilmekte ya da internete gereğinden fazla kapsayıcılık atfedilerek akışta olmak dönemin tek propaganda malzemesi olarak görülmektedir.

2023 KYK Eylemleri, internetin propaganda ve ajitasyon aracı olarak kullanılması konusunda önemli ipuçları açığa çıkardı. Aydın KYK’da Zeren Ertaş’ın asansör düşmesiyle birlikte hayatını kaybettiği olay sonrasında kendiliğinden ve parçalı olarak açığa çıkan yurt eylemlerinde sosyal medya önemli bir aktarım aracı olarak kullanıldı. KYK eylemleri X’in akışında önemli derecede yer etti ve eylemlerden haberdar olmayan birçok üniversiteliye ulaştı, eylemlerin diğer KYK yurtlarına sıçramasını sağladı. Birçok yurttaki farklı sorunlar dolaşıma girdi, eylemler sonucu yurtlarda elde edilen kazanımlar listelendi ve geleneksel medyaya kadar sıçrayan bir süreç ortaya çıktı.

Eylemlerin aktarılması bakımından görece başarılı olarak değerlendirilebilecek bu kullanım, beraberinde sosyal medyanın sınırlarını da göstermiş oldu. Çünkü üniversitelilerin yaşam tarzı üzerinden sosyal medyaya atfedilen rol, internetin aktarıcı/kısıtlayıcı yapısını göz ardı ettiği gibi mücadelenin temel sorunlarını da bu kullanım özelinde aratıyordu. Oysa tüm ülkede üniversitelilerin en temel hakları için sokağa döküldüğü atmosferde kitlelere yön verecek öncü bir örgütlenmenin ve devrimci stratejinin yoksunluğu; eylemlerin sürdürülememesinde başat problemdi. KYK Eylemlerinin problemleri bu yazının sınırlarını aşmaktadır ancak bu eylemler sürecinde sosyal medyadan beklenilen etkinin kitlesel mücadelelerde yarattığı tahribatı görmek açısından önemlidir.

Şüphesiz bu durum yalnızca KYK Eylemleriyle sınırlı değildir.

Dili ve yaratıcı tarzıyla dikkat çeken gençlik eylemlerinde, propaganda ve ajitasyon aracı olarak internetin de en yaratıcı kullanımını ilk günden beri irdelenmektedir. Örneğin Gezi sürecinde bolca tanık olduğumuz gibi sokaktaki isyanın internete taşmasıyla birlikte, sosyal medya platformlarında ortaya çıkan mizahi bir dil de sokağa taşmıştır. Bu da bir sokaktaki eylemselliğe gençlik nezdinde müthiş bir görünürlük kazandırmıştır. Peki ya sonra?

AKP’nin internete doğrudan müdahalesi ve sosyal medyanın geçirmekte olduğu dönüşüm; internetin mücadele içerisinde konumlandırılması sorununu yarattı. Devrimci siyasetin önemli derece kaybettiği inandırıcılığı, gençliğin internetle sarmallaşan yaşam tarzıyla birleşince gençlik eylemleri bazı çıkmazlara sürüklendi.

Sosyal medyadaki popüler öğelerin, başka bir ifadeyle “trendlerin” propaganda malzemesine dönüştürülmesi, daha doğrusu bunların kendiliğinden propaganda malzemesine dönüşmesine uzun zamandır tanıklık ediyoruz. Bu dönüşüm, kitlesel dönemlere ve gençliğin karakterine özgü kendiliğinden bir politik dönüşümdü. Fakat bu “kendiliğinden dönüşüm” kitle örgütlerinin daraldığı atmosferde her fırsatta başvurulacak bir yöntem halini aldı.

Öncülük, siyasetin “kitleymiş” gibi inşa edilmesiyle kazanılacak bir konum değildir. “Kitleler, öncünün gösterdiği hedeflere doğru ilerliyorlarsa ortada bir önderlik var demektir” (DG, Sayı 6, 1990) Kitle örgütleri öncünün “kitleymiş gibi” hareket ettiği paravan kurumlar değil, gençliğin en geniş katılımıyla ve demokratik merkeziyetçilik esasıyla hareket eden aşağıdan yukarıya inşa edilmiş yapılardır. Burada açığa çıkacak eylem biçimlerini de öncülerin “-miş”leri değil, öncünün politik aklıyla ideolojik tavrını kazanmış, gençlik dinamizmiyle harekete geçen kitleler belirler. Kısacası dilden dile dolaşan, gençlik kitlelerini sarsan ve çağrıcılığı yüksek olan eylem biçimleri masa başında şablonlardan doğmaz, doğmamıştır. Sadakatli kadrolar, disiplinli çalışma, kitlelere temas eden gerçekçi politikalar eylemin estetiğini de belirleyecektir.

Aksi taktirde belli şablonlarda ısrar, gençlik kitlelerinin dikkatini çekmek için etkili bir yöntem gibi görünse de somut olarak birçok kitle çalışmasının tozlu raflara kalktığı ve devrimci siyasetin inandırıcılığını kaybettiği günümüzde kitleler nezdinde hiçbir şey ifade etmemektir.

Aynı şekilde sosyal medyadan istediği “başarıyı” elde edemeyen sol, genel itibariyle tanımlayamadığı bu sorunu hasır altı ederek “konuşulması yasaklar” rafına kaldırmış, pratiği ise eski ezberlere bırakmıştır. Tahmin edilebilir ki üzerine hiçbir ciddi tartışma yürütülmeyen bir konuda taktik geliştirmek imkansızdır.

Somut propaganda alanının daraldığı, yeni bir propaganda ve ajitasyon biçiminin kendini zorunluluk olarak dayattığı atmosferde, günün koşullarına cevap üretebilen propaganda biçimlerini aramaktan ziyade geçmişin kitlesel süreçlerdeki taktiksel çıkışlarını temel propaganda biçimi haline getirmek, yeni ve devrimci bir stratejik hat ihtiyacına dair ciddiyetsiz yaklaşımın görünür olduğu noktadır.

Sonuca varmak için

Propaganda ve ajitasyon elbette her şey değildir ancak devrimcilerin kitlelerle temas ettiği, sesini soluğunu kitlelere taşıdığı en önemli aşamalardan biridir. Bu açıdan kitleden kopuk her türlü tercih anlamsızdır. Milyonlarca insanın yaşamının ayrılmaz parçasına dönüştüğü gerçeklik karşısında sosyal medyayı toptan reddetmek, kitle iletişim araçlarından azade bir yöntemi esas kılmaya çalışmak en kibar tabirle daralmak, kitleden soyutlanmak anlamına gelir. Öte yandan sosyal medyaya gereğinden fazla “özgürlük” atfetmek internet tekellerinin algoritmalarına ve egemen ideolojinin sınırlarına hapsolmak demektir.

Sosyal medyanın toplumsal çelişkilerden bağımsız olmadığını gören ve kitlelerin dikkatini “özgünlükle” çekebilecek, aynı zamanda bu formu genişletmenin yollarını arayabilecek bir kitlesel kullanım hayata geçirilmelidir. Bu da sosyal medya için “gönderi girmeyi bilen” birkaç kişi ile mümkün olmayacağı gibi ciddi bir örgütlü çalışmayı ihtiyaç kılmaktadır. İnternetin kullanımı yeni ve iş bilmez arkadaşların vakit geçirebileceği bir test aşaması değil başlı başına çözülmeyi bekleyen bir sorundur.

İdeolojik olarak net ve keskin, kitlelere ulaşma anlamında kaygan ve akışkan yöntemler zinciri esas alınmalıdır. Şekil değiştirmeden, kimliğimizi kaybetmeden yürümeyi de bilmeli ancak coşkun bir ırmak gibi her koşulda kendi yolumuzu açmayı kendimize görev edinmeliyiz.

Kemal Hakkı İhsan