Reformizmin Elli Tonu

Sabah gözaltılar, ev baskınlarıyla uyandık. Kendini devletin serin kollarına bırakmış olan ve tarihin hiçbir dönemecinde sorumluluk almayıp, olağan akışta kalan ve hiçbir müdahale tenezzülü dahi göstermeyen “sol” her zamanki gibi bir refleks göstermeyip kendilerini uyur pozisyona aldı. 

Keza taksim iradesinin çiğnenip, Kadıköy’ün 1 Mayıs alanı olarak halka yedirilmeye çalışılması artık reformist-revizyonist yapıların yani kısacası “düzen solu”nun, kitlelerde herhangi bir rıza üretemediği ve aksi gibi yığınları pasifleştirmek için ideolojik yönlerini her zaman güncel olmayan konulara çevirmeleri cabası. Bırakın göz altılara ses çıkarmayı kendilerine dokunulmadığı sürece 3 maymunu oynayanlar her “devrimci tavrı” “devrimci-demokratlık” ile suçlamakla kalmayıp üzerine devrimci solun bıraktığı alanlara kendilerini birer zarf pulu gibi yapıştırılmasını bir övgü olarak anlatıyorlar. Tarih boşluk kabul etmez, elbet dolacak burada bakmamız gereken, akışa müdahale eden ve kendini proleter devrimciliğe adamış örgütçülerin mevzi kazanıp kalıcı hale getirmesidir her mevziyi. 

Sömürgecilik coğrafyamızda yakıcı bir kavram ise onun ateşleyicisi de faşizm kavramıdır. Ancak sömürge ülkelerde yerli ve milli kavramı her zaman iktidarın halkta rıza inşa etmek için kullandığı bir tanımdır, nasıl ki ülkemizde finans sistemi her pazartesi açılan Amerikan borsasına göre şekilleniyor, ülkemizin düzeni, iktidarından muhalefetine doğrudan emperyalizm eliyle dizayn edilmekte ve yönetilmektedir. Tabii kaç işçi Japon veya Alman sermayesinin kurduğu fabrikalarda sömürülecek bu konuda özgür bir ülkeyiz. Sermayesi dış tekeller ile bağlı bir yapıda tabii ki dengelerin kopması her daim devrimci krizin güncel olduğu ve kendini ateş pahasına belli ettiğini gösterir. 

NATO’ya girilmesiyle beraber Teksaslı çavuşun postalları altında ezilen topraklar bugün daha yakıcı bir konu olan limanlar, kentler ve fabrika- OSB bölgeleri olarak anılıp doğrudan doğruya yurt dışı tekellerine hizmet etmektedir. Bakınız İsrail ile ticaret yapan gemilerin durağı Mersin limanı, Gemlik Borusan limanı, Gebze Kocaeli hattı ve Dil ovası dersek zaten ülkenin üretiminin büyük bir çoğunluğunu saymış oluruz. Bu atardamarlar Türkiye ve emperyalizm açısın çok büyük öneme sahip çünkü; Gebze Amazon fabrikasında patlak verecek bir grev tüm OSB bölgesini ve Amerika’da bulunan holdingini bölgesel bir ticaret krizine sokacak. 

Faşizmi üretim ilişkilerinin en sert, en şoven ve en gerici biçimi olarak ele alırsak sömürge ülkelerde faşizm kendi niteliğini gizli işgal üzerine kurar. Halkın kültüründe ve zihninde yaratılan tahribat, kültür yok edilip tek düze içi boşaltılan yeni yaşam tarzının dayatılması, gizli işgalin siyasal alanda kendini ilk gösterdiği yerdir. Bir yandan İsrail’in demir kubbesinin Kürecik radarından destek verilmesi bir yandan İncirlik Üssü’nün, Ortadoğu’da bir bomba deposu haline gelmesi ancak ve ancak işbirlikçi hükümetler ve işbirlikçi sermayedarlar ile yapılabilir. Bugün sermayenin her türlüsüne karşı olmak bir tavırdır ancak bu tavrın mücadele yöntemi tahlil ile olur. 

Teşbihte Hata Olursa Pusulasız Kalırız 

Rotanın her zaman tarihin çarklarını en ileriye götürecek noktayı gösteriyor olması gerekir. Ve bizler bu noktaları ele alırken somut durumun somut tahlili ile ele alırız. Dönemin şartlarına uygun yorumlar ve mücadele türü tek ileri yoldur. Bugün emperyalizm tüm ülkeleri kuşatması altına almanın ötesine geçip kendi işbirlikçi hükümetlerini oluşturmuş ve doğrudan doğruya kendine bağımlı hale getirmiştir. Halk için sınırlar var ancak sermaye için ortada herhangi bir sınır kavramı yoktur. Hava, kara, deniz istenilen her yol sermayeye açık ancak ülkesinde savaş olup yaşama hakkı için başka bir ülkeye sığınmak isterseniz ya botlar ile ege denizinde öldürülüyorsunuz veya refah sınır kapısında hiç beklemediğiniz anda düşen bir bomba ile katledilebiliyorsunuz. 

Bir Direnme İç Güdüsü 

Halkımızın alışkanlıklarından olan Amerika ve İsrail’e lanet okumak, sömürgecilere nefret duymak kendi bulunduğun coğrafyanın işbirlikçilerine karşı da yapılmalıdır. Bir yandan muhalif solcu olup bir yandan kendi içinde düşman Avrupa birliği ve baş düşman Amerika’nın propagandistliğini yapmak, bırakın reklamını yapmayı doğrudan fon aldığınız yere dönüşmenize olanak sağlar. 

Tabii bu olanakları kullanan kurum ve yapılar “düzen solu”nun içerisinde bolca var. Eski AB temsilcilerini sözde merkez komitelerine alınması, yayın evleri aracılığı ile orta sınıf-küçük burjuva ideolojilerin yayılması ve şoven eğilimler ile artık tarihsel süreçten kopmuş, Vatan Partisi yedeklemesi haline gelmişlerdir. Başta Kadıköy çağrısı ile bizleri şaşırtmayan TİP, TKP, EMEP gibi reformist-revizyonist yapılar kendilerini 10 senede bir yenilemiş gibi gösterip hiç gündemde olmayan tartışmaları tarihin tozlu sayfalarından çıkartıp ideolojik gevezelikler ile çevrelerine topladıkları toplamı konsolide edebilmek için birer tarikat gibi çalışır. Kendinizi ikna olmadığınız bir şeyi yapmak için ikna edilirken bulmak ve bunu uygulayıp, üzerine başkalarını ikna etmek için çabalamak mücadeleye en büyük zararı veren hareket biçimi, tarzdır. Halktan bir haber olup kendilerinin küçük burjuva mahallelerden çıkmadıklarını görürsünüz. Tarihte bir tek kendileri var olmuş gibi devletin çizdiği refah alanlarında boy gösterip, yıkıcı söylemler söylemeleri elbette kitle kontrolü için içler acısı bir durumdur. 

Solun bu duruma gelmesinin yakın tarihteki hızlandırıcı süreçlerinden biri “yetmez ama evetçiler”in çıktığı ve tüm solu sandık tartışmasına iten referandum çözülmesi bir diğeri ise 15 Temmuz 2016 solun yasaklar ile silindir gibi üzerinden geçilmesidir. Sözde düzeni değiştirecek olan özneler işi gücü bırakıp oligarşinin elinde oyuncağa dönen ve toplum nezdinde hiçbir geçerliliği kalmayan anayasayı tartışmaya başlayıp üzerine bir de onu düzeltmeye çalıştı. Bizler demokrasi tanımımızı Lenin’den alırız “kim için demokrasi sorusunu sorarız ve sınıf için cevabını verdiğimiz her şey bizler için demokratiktir” geri kalanı bir kılıf uydurup hak diye pazarlanan sömürgecilik kurallarıdır. 2016 senesi ise tüm solun hazırlıksız yakalanıp zindanlara mahkûm edildiği ve bırakın ne bir STK bir sendikanın bile sahip çıkmadığı 40.000 gencimizin tutsak olduğu dönemde herkesin tepkisellikte sınıfta kalması. 

Tabii daha detayları açıklanır ancak burada esas konumuz Türkiye’yi yanlış yorumlayıp herhangi bir doğru yorum çabasına girmeyip hatta git gide şovenleşip, TKP’nin yaptığı gibi “patronlara diz çökmüyoruz ama istiklal savaşında ölen insanlarımıza diz çöküyoruz” tarzı absürt ve içi boşaltılmışlık barındıran eylemciklerin düzen tarafından engellenmeyip herhangi bir kolluk kuvvetiyle dahi muhatap olmadan alanı terk edip sadece eylem yaptık demek için eylem yapma alışkanlığı suyun akışına müdahaleden ziyade suda bir uyumlu süzülüş diyebilir ve gayet memnun olan düzen solu devletin onlara yarattığı refah alanlarında her zaman “en örgütlü biziz” kavgasına girip yeri geldiğinde birbirlerinin kollarını döner bıçağı ile kopartacak noktaya getiriyor. Bu memnuniyet Kadıköy ve Cihangir gibi yerlerde bölgesel güçleri tükendiği zaman yerini düzene içkinleşmiş örgüt yoksa, kendisi de boşlukta olan hatta geneli beyaz yaka hastalığına yakalanıp halkı küçük görme budalalıklarına sahip sağlıksız bireyler bırakıp düzenin ömrüne ömür katan varlıkları devam edecektir. 

Reformizmin Son Tonları 

Rıza kavramı karşılıklı üretilen ve mekanizmalar aracılığı ile yürütülen diyalektik süreçlerdir. Bu süreçlerin devletin solu ile bağlantısı doğrudan yönetici kadroların kurdukları ikna mekanizmalarıdır. Mart isyanlarında gördüğümüz bu mekanizmalar sınıfta kaldı artık okullar kendi öğrenci dayanışmalarını kuruyor ve örgütlüyor üstelik boyun eğme sloganı atmadan bunu yapabiliyor. Örgütsüz gençliğin toplumun AKP iktidara geldiği günden ve gezi parkından itibaren biriktirdiği öfke CHP’yi taksimde Filistin eylemi yapmaya zorladı bir diğer zorlayan etken ise baş düşman Amerika’nın planları dahilinde CHP’nin olmaması ve AKP veya ardılı bir ekip ile devam kararını Trump’ın vermiş olmasına bağlayabiliriz. 

Dizayn edilen ekonomi ve siyasal alanlar birbirlerini arkalarında bulunan sermaye büyüklüğü yani hacmi olarak beslerler. Kim daha Amerikancıysa kim patronlara ve uluslararası tekellere daha çok kar ettiriyorsa kim ezen sınıfın çıkarları doğrultusunda daha istikrarlıysa o iktidarda kalır. 25 senedir o istikrar kendini koruyor. Sovyet bloğunu çözülüp dünyanın neoliberal çağa geçmesi için bir engel kalmamışken kurulan ve isimlerini tarihsel hareketlere dayandıran yapıların, düzenin devamlılığı, bekası için emperyalizm eliyle dizayn edilişi, aynı iktidarın muhalefetini de oluşturuyor çünkü; kitlelerin pasifize edilip öfkelerinin söndürülmesi gerekir. Bu yüzden düzen kendi solunu her zaman yaratır ki 

“bizler kerpiç evlerimizden gelip saraylarını başlarına yıkmayalım.” 

Şahin Doğu