Sefaletin Dijitali

Çalıştığı iş yerinde bir işi tam anlamıyla yapmanın ancak yapmayanlar ile aynı maaşı almanın mobing sayıldığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Burada asıl sorun daha çok çalışanın yani çevirisini yapacak olursak sömürülenin yani emeğini satanın maaşına yapılan zam ölü emeğe bir gül kondurmaktan onu şirin göstermekten başka bir şey değildir. Günümüz piyasasının üretim ilişkilerinde krizler derinleştikçe bir biçim değişikliği olarak beyaz yakaya sunduğu “daha rahat çalışma koşulları” ve bitcoin tarzı dijital pazarlama unsurları ancak ve ancak dijitalin sefaleti olabilir.

Pazar günleri sabah western kuşağı ve akşam baygın yerli diziler izleyip koltukta sızılan “konforlu” ev alanı, yerini yemek yenilen mutfak tezgahında bir zoom toplantısında şirketin gidişatını konuşmak veya nasıl müşteri aklı ile oynanacağına kayan günümüz dünyasının kendini sapkın bir biçimde aşırı tüketim odaklı gelişen fikirlerine bırakmıştır. Şanslı iseniz, balkonunuz varsa tek kaçamak noktanız orası olur. 12 Eylül sonrası neo liberal politikalarla bizlere yutturulmaya çalışılan “prekarya” tanımı esasında o mutfak masasında bir bardak kadar önemsiz ve içi boş bir kavramdır. Finans kapitalin bu tarz kılıfları ve isim değişiklikleri yarattığı kısa süreli hafızalı sömürge toplumlarda kendini iktisadi ve ideolojik olarak ortaya konumlandıran, kendini işçi sanmaması ile övünen, kısa süreli sözleşmeler ile daha özgür olduğunu sana bu kendini konumlandıramayan beyaz topluluğu günümüzde yuvarlak gözlüklü ve neredeyse tüm gününü bir monitör başında geçiren, tasarımcılar, freelance çalışanlar, parça başı iş yapanlar olarak tezahür edilmektedir. Daha kötüsü sosyo ekonomik alanları 3.nesil kahvecilerin ve bitki çaylarının arasında sıkışıp kalmalarıdır. Burada öneriler bu kültürel hegomanyada düzen içinden ibarettir. Kimi zaman boşluk bulup doğaya gidebilirsiniz, koşu yapıp, amatör tiyatroları ufak kafelerin alt katlarında kendinize benzeyen insanlarla seyredip eğlenebilirsiniz ancak her gittiğiniz yere bir dijital eşya götüreceğiniz için her an bir revize korkusuyla yüzleşmek içten bile değil. Peki düzen içi çözümler neden ve kimler tarafından önerilir.

Toplumumuzda örgütsüzlüğün ve beraberindeki apolitikleşme süreci birbirinden ayrılamazdır. Apolitikliğin dünyanın en büyük politik laflarını barındırması bir insanı nasıl duygusuzlaştırıyorsa yani tepkisizliği ile kişiyi güvenli güvensiz, savaş kaç refleksinin kaç kısmı ağırlık basıyorsa yine neo liberal politikaların başında ülkemizde benimsendiği üzere “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” aymazlığı bir diğer taraftan muhalif insanlar içerisinden vicdan fetişizmini çıkartan egemen güçlerin propaganda alanı olan dijitale yani sosyal medya ve kablo yığınlarından oluşan server, data çöplüklerinin arasında bırakılıp yapılma, bırakılıp geçilme evresidir prekarya.

Biz marksistlerin bildiği tek şey var o da iki sınıf olduğu burjuvazi ve proletarya. Tüm dünyamız iki kutup üzerinedir. İktisadi ilişkilere, topluma, hatta bireyin kendisine yapılan post modernist yaklaşımlar, çıkarımlar aksine berrak olmayan zihinleri daha çok bulandırmaktan başka bir işlev görmüyor. Bir çocuğun manevi düşünce sistemi gelişemez henüz erkendir ancak sınıfsal farkındalığı her an açık bir gözenektir bir oyuncağın iyisi kötüsü bile bunu öğretmek için o çocuğa yeterlidir peki bizleri bu çocuktan ayıran en temel unsur nedir?

Dijitalin sefaleti mi, sefaletin dijitali mi?

Şahin Doğu