Ülkemizde yukarıdan aşağı inşa edilmiş sömürge tipi faşizmin tarihi, aynı zamanda faşizmin kitle tabanının inşasının tarihidir. Faşizmin zor gücünü temsil eden kurumların toplumsal yansımaları ve bu kurumların yeniden üretim süreçleri sömürge tipi faşizmin kitle desteği inşasıyla doğrudan ilişkilidir.
Sömürge Tipi Faşizm
İlk olarak İtalya ve Almanya’dan örneklerini bildiğimiz “klasik faşizm” geniş bir kitle desteğine dayanır. Bu destek, proletaryanın devrimci hamlelerinin bastırılması ve işçi sınıfı partilerinin etkisiz hale getirilmesiyle sağlanır. Faşizm, tekelci sermayenin desteğiyle küçük burjuvazi, küçük köylülük, lümpen proletarya ve işçi sınıfının bilinçsiz kesimlerini “üstün ırk, militarizm ve emperyalist yayılmacılık” ideolojileriyle kazanır. Bu kazanıma halk kitlelerinde geleneksel olarak bulunan ırkçı, dinci, militarist, ataerkil, feodal yaklaşımlar temel oluşturur. Zehirlenen kitleler, toplumun ilerici kesimleri üzerinde baskı kurar. Klasik faşizm işte bu zihniyetin “aşağıdan yukarıya” kitle tabanı oluşturarak örgütlenmesidir.
Sömürge tipi faşizm ise klasik faşizmin aksine inşa sürecinde kitle tabanına ihtiyaç duymaz. Emperyalizmin yönetimi altındaki bir kontrgerilla örgütlenmesinin devletin kurumlarını “yukarıdan aşağıya”, “tekelci sermayenin en gerici, en şovenist, en emperyalist” politikalarının uygulayıcı kurumları haline getirilmesiyle inşa edilir. Bu yüzden “gizli işgale” dayanır. Elbette ki sömürge tipi faşizm de “kitle tabanına” ihtiyaç duyar, kendini geniş halk yığınlarına kabul ettirmeye çalışır ancak inşa süreci kitle tabanına dayanmaz.
Kitle Tabanı Desteği ve Baskı Aygıtı
Türkiye’de sömürge tipi faşizmin 70 yıllık tarihi, aynı zamanda kendine kitle tabanı desteği oluşturmasının tarihidir. Faşizmin halk desteği yaratmak için hedefi daima Türk-Sünni nüfusun orta ve alt sınıfları oldu. Bu hedef kitle içerisinde mülk sahiplerine bağlı tutucu bir kesim yaratmak ve çeşitli siyasi aktörlerle yönlendirmek faşizmin değişmez politikasıdır.
Yukarıdan aşağı inşa edilen sömürge tipi faşizmin 70 yılda yarattığı kitle tabanı desteği, oligarşinin örgütlediği zor aygıtlarına olan algıyı da değiştirdi. Bu inşa sürecinde polisler var olan ideolojik eğilimlerinden ve tüm demokratik örgütlenmelerinden soyutlandı, doğrudan oligarşinin özel kuvvetine dönüştürüldü. Bu dönüşümün yarattığı yeni polislik mefhumu faşizmin kitle tabanı nezdinde “kutsal devletin kutsal koruyucuları” algısını derinleştirdi.
Oligarşinin geçmişten çıkardığı dersler, kurduğu iş birlikleri ve kendi iç çatışmalarına ürettiği çözümler var olan polis imajını yeniden inşa sürecine tabi kıldı. Gülen hareketinin polis içindeki sistematik örgütlenmesi, hiyerarşide ve operasyonel dinamiklerde değişikliklere yol açması, ardından AKP ile yaşadığı iktidar savaşı siyasi iktidarı, polis mefhumunun imajının tazelendiği fiili ve ideolojik bir savaşa soktu. Emniyet kadroları ve polis alımları siyasi iktidarın fiili ve ideolojik ajandasına göre düzenlendi ve toplumda yeni bir polis imajı çizildi. Televizyon dizileri ve medyatik karakterler bu yeni imaj için seferber edildi. Devlete ve polisliğe kutsallık atfeden bu imaj, faşizmin ideolojik propagandası altında devrimci-demokrat güçlerin sürekli kriminalize edildiği günümüz siyasi atmosferinde büyüyen ve maddi anlamda geleceğini öngöremeyen genç kitleler için “onurlu” bir çıkış kapısı sayıldı.
“Ekmek parası için çalışan ve mutlu olmayan polis” fenomeni yerini polis olmak için can atan, spor salonlarında ve parklarda polislik sınavlarına hazırlanan yüzbinlerce gence bıraktı.
Bu dönüşüm süreci emniyet birimlerini faşizmin kitle tabanı ile zor gücünün kesişim kümesi olacak biçimde yeniden şekillendirdi. Bir yanda kutsallık atfedilirken diğer yandan bu birimler ideolojik sınavını vermiş, sokakta hak talebinde bulunan farazi birini hastanelik edene kadar dövebilecek, kaçırabilecek, işkence edebilecek karakterlerle dolduruldu.
Çevik Kuvvet
Sokakta eylemcilerle doğrudan muhatap olan çevik kuvvet gibi birimler çoğunlukla fazla mesai saatleri, kötü çalışma koşulları, yetersiz beslenme ve baskının had safhada olduğu birimlere dönüştü. Bu birimler teşkilattaki geleceğini garanti altına almak isteyen çömez memurlar için geçilmesi gereken bir aşamayı, ön birimi temsil etmeye başladı.
Geleceğini garanti altına almak ve maddi kazanç, her polis için önemli görünse de kötü çalışma koşulları, belirsiz çalışma saatleri, sınırsız mobbing ve uykusuz gecelere katlanmak için yeterli sebepler değildir. Tüm bu pisliğe katlanmak şüphesiz mesleğin kutsallığına duyulan inanç ve bu inancın getirdiği nefret duygusuyla yani ideolojik konumlanışla mümkün olabilir. Geçmişte toplum polisi bu inanca ve kutsiyete en az sahip birimdi ancak bugün durum farklıdır. Hakları için sokağa çıkan onlarca öğrenciyi yaralayıp, hastanelik ettikten sonra “meydanı vatan hainlerinden temizledik” diye paylaşım yaptıran faşizmin yarattığı bu “vatani görev” duygusudur. Faşizm milyonlarca insana polisliği “kutsal devletin kutsal koruyucuları” olarak sunarken görev başındaki yüzbinlerce polisin omuzlarına da bu kutsal görevin sorumluluğunu yüklüyor. Polisleri faşizmin yarattığı kitle tabanıyla ortak kümeye sokan da bu insani zorunluluğun oligarşi lehine aşılması gereksinimidir.
Bu tabloda devletin ideolojik sınavından sıyrılmayı başaran ve gerçekten gelecek kaygısıyla polisliğe atılan istisnaların vicdani sorgulayışları Twitter’da öğle yemeği için ağlayan anonimlerden ve intihar haberlerinden ibarettir. Sürekli kutsanan ve değer atfedilen bir mesleğe dair vicdani sorgulayışın getireceği en küçük başkaldırı direkt “vatan hainliği” ve ihraç sebebidir. Bu açıdan polislere yönelik vicdani hatırlatmalar yapmak, şiddetsizliğe davet etmek, polislerden birey olarak onurlu davranışlar beklemek ve bu minvaldeki eylemler çocukça bir saflık içermektedir. Aynı zamanda polislik mefhumunun toplumsal yansımasının faşizmin kitle tabanı inşasıyla nasıl iç içe geçtiğinin üstünü örtmekte ve şiddete karşı geliştirilen eylem biçimlerini itibarsızlaştırmaktır.
İnsanca yaşamak için greve çıkan işçileri yerde tekmelerken “size Sabancı’nın selamını getirdik” diyen polis, yalnızca geçici nefretini, zorunluluğu ya da aldığı emri değil, ideolojik konumlanışını, gönüllü olarak hangi sınıfın koruyuculuğunu üstlendiğini haykırmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde ülkemizin dört bir yanından gelen görüntülerle bir kez daha bu ideolojik konumlanışın en açık örneklerini izledik. Gezi Direnişi’nde nadirde olsa örneklerini gördüğümüz çatışmalardan rahatsızlık duyan ve hatta istifa edecek kadar ileri giden (elbette ki bu çıkışlar teşkilatın o gün içinde bulunduğu durumla doğrudan ilişkili) polisleri bugün gören duyan var mı? İşte tam da bu açıdan polisler hem oligarşinin zor gücü hem de faşizmin kitle tabanı desteğinin bir parçasıdır.
70 yıllık yukarıdan aşağı inşa edilen sömürge tipi faşizm meyvelerini vermekte ve kendi kitle tabanını, zor aygıtlarını kutsayacak biçimde manipüle edebilmektedir. Eğip bükmeden söylemek gerekir ki bu durum faşizmin becerisidir. Demokratik haklarını savunmak için sokağa çıkan öğrenciyi yerde ölümüne tekmeleyen, üç polisin tuttuğu kadının cinsel organına tekme atan ve bu şiddeti kutsal saydığı devlet aygıtının ve sermayenin korunabilmesi için vatan görevi sayan polislerin toplum nezdinde bu derece kutsanabilmesi faşizmin kitle desteği yaratma başarısıdır.
Ancak emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri kâğıttan kaplandır. Halkın her türlü demokratik hakkına saldırırken, halktan aldıkları cevaplar karşısında elleri kolları bağlanabilir, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yıktıkları barikatlar karşısında kenara çekilmekten başka çareleri kalmayabilir. Öyle ki öğrencilerin kararlı ve militan tavrı, devrimci siyasetin büyük oranda inandırıcılığını kaybettiği ve öncülük krizi yaşadığı günümüz koşullarında siyasi iktidarın saldırısı altındaki CHP gibi kurumları bazı sermaye gruplarına karşı ileri atılımlara zorlayabilmektedir.
Bu açıdan devletin baskı aygıtlarına karşı ortaya çıkan her direniş halkın bağrında bir çiçek gibi açmakta, hem daha geride kalan demokratik güçleri ileri olana zorunlu kılmakta hem de devletin zor aygıtlarının hangi sınıfın çıkarları için barikat olduğunu halka ifşa etmektedir.
Bu açıdan faşizmin yarattığı tahribatın dile getirilmesi ve görünür kılınması Gramsci’nin deyişiyle aklımızın kötümserliğiyse faşizmin tüm manipülasyonuna rağmen sokakta polis gücüne direnen binlerce insan irademizin iyimserliğidir. Aklımızı kullanalım, irademize sarılalım!
Kemal Hakkı İhsan